NEYİN KAVGASI?
Amerikan yardımının kesilmesi "Milliyetçi Cephe'yi bir şaşkınlık girdabına sürükledi. Halk deyişiyle, hepsinin "elleri böğürlerinde" kaldı. Bir zamanlar kulu kölesi oldukları büyük "müttefik", nasıl olur da onları böyle yalnız bırakırdı? Bu soruya da hemen karşılık bulundu:
- Kararı Yunan asıllı senatörler aldırdı...
Bu yanıtın gölgesiyle bir parça avundu bizim "milliyetçiler", sonra da,
- Başkan Ford ne yapıp yapıp bize yardım verecek... gibi dilenci umutlarıyla yorumlar başladı. Bunun da geçer akçe olmadığı anlaşılınca, ABD'yi NATO'ya "şikâyet" eden beyanlar ortaya çıktı. Erbakan hazretleri "lahavle" çektikten sonra,
- Müslüman ülkelerle anlaşır, üstelik her on yılda bir stok yaparak durumu idare ederiz.. gibi yorumlarla, yine inci üzerine inci dizdi.
Demirel,
- Bu, "go home"cuların bayramıdır... diye "dramatik" bildiriler yayımladı. Ayrıca televizyon ekranına yakınları "elim" bir kazada ölmüş insanların acısı içinde,
- Amerika bunu yapmamalıydı... diye konuştu. Yüzünden düşen bin parçaydı. Bozbeyli,
- Efendim... diye başlayıp "kalem efendisi" inceliğiyle konuşarak NATO'dan çıkılmasını isteyenleri bir güzel şikâyet etti:
- Sakın bunların sözüne inanmayın... yollu yorumlar yaptı. Feyzioğlu sanırım bu gidişle Amerikalı senatörleri de "komünistlikle" suçlayıp Amerika'da bazı illerde sıkıyönetim ilanını öngörecek! Türkeş ise, bütün bunların solcular tarafından yaratılan sonuçlar olduğu kanısındadır. Şimdilik albayımız da Amerika'ya bir küçük sitemde bulundu ister istemez.
Gözlerimizi geriye çevirelim... 1964 yılında Kıbrıs'a çıkartma kararı veren İsmet İnönü, devrin Amerika Devlet Başkanı Johnson'dan,
- Size verdiğim silahlan benim iznim olmadan kullanamazsınız... diyen bir mektup almıştı. Johnson'un mektubunu açan Başbakan, Kurtuluş Savaşında ulusumuzun "makûs talihini" yenen ordular komutanıydı. "Ulusal savaş kahramanı"ydı! Eli kolu bağlandı İsmet Paşanın. Sadece,
- Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini bulur... diyebildi. Bu söz kendisine pahalıya ödetildi. Kıbrıs davasını savunmak için Amerika'ya gittiğinde, Demirel tarafından yönetilen bir "Parlamento darbesiyle" iktidardan uzaklaştırıldı. Artık başbakanlık koltuğu; Johnson'la kol kola çektirdiği fotoğraflarla siyasal hayata atılan Demirel'e açıktı. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünden sonra, Devlet Planlama Örgütünde askerlik görevini tamamlayan ve bundan sonra iki yıl müteahhitlik yapıp, bir süre içinde de Amerikan Morrison firması komisyonculuğunda bulunduktan sonra hem zarar ettiğini söyleyip hem de bu süre içinde zengin olduğu anlaşılan Süleyman Demirel, devlet yönetimine geçiverdi!
Johnson ünlü mektubunu yolladığı zaman, bu sağcı siyasetçiler sus pus oldular, O zaman da aynı tavır söz konusuydu.
Aynı Amerika, aynı anlaşmalara dayanarak, aynı Kıbrıs sorunu için,
- Size verdiğim silahları benim iznim olmadan kullanamazsınız... diyordu, İnönü hükümetini düşürüp iktidara geçen siyaset adamlarıdır bunlar. Bugün, ıkınıp ağlayıp sızlayıp Amerikan Kongresini NATO'ya şikâyet edenler de bunlar.
Oysa Amerika'nın tutumunu kınamak yersizdi. 1947 anlaşması oldukça açıktı: Amerikan hükümeti, Türkiye'ye dilerse yardım yapar, dilerse yapmaz! Tutarsız olan, yıllar boyu kendi savunmasını bir başka ulusun buyruğuna bağlayan, topraklarında komşu uluslar için kullanılacak askeri üsler dağıtanlardır. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi, yabancı şirketlerin tekellerine peşkeş çekenlerin, Başbakanlığa Amerikan firması komisyonculuğundan gelenlerin, Ecevit hükümetini haşhaş yasağını kaldırdığı için Amerika'ya şikâyet eden komando başı albayların tutumları ve kişilikleri midir tutarlı olan?
Şüphesiz hayır..,
Bir ülke kendi savunmasını ancak kendi halkına güvenerek yapabilir. Yarım yüzyıl önce, "emperyalizme" karşı "Kurtuluş Savaşı" verirken, Mustafa Kemal Paşa işçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla yalnız Türk halkına güveniyordu. Kurtuluş Savaşımızın "Kuvvayı Milliye" bilinci, İkinci Dünya Savaşından sonra hortlayan "Amerikan mandacılarının" elleriyle boğulmak istendi. "Tam bağımsızlıktan" yana devrimcilerin, çıkarcı, işbirlikçi, tutucu "Amerikan mandacıları" ile yıllar yılı süren kavgasının bir dönüm noktasındayız şimdi.
En büyük Amerikan yardımı, kongrenin yardım kararını kesmesidir! Onurlu bir ulus olmanın tek koşulu yeniden Kurtuluş Savaşımızın "tam bağımsızlık" bilincine dönebilmektir...
(Yeni Ortam, 13 Şubat 1975)
Uğur Mumcu