Millî Mücadele
Millî Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), müdafaa-i hukuk ruhu ve kuva-yı milliye ateşiyle girişilen yok’tan var’olma, ölüm-kalım uğraşlarının utkuyu (zaferi) getiren sürecinin tarihsel adıdır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının zafer kazandıkları bir şanlı bağımsızlık ve özgürlük savaşının belleklerimize ve yüreklerimize kazınmış andıdır. Sürekliliği, özgün niteliğinin başlıca koşulu olan Türk Devrimiyle yadsınmaz bir yaşam gerçeği durumuna gelen millî mücadelenin durması, bitmesi, kesilmesi, tamamlanması söz konusu değildir. Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nde simgelenen ulusal varlığımıza yönelik tüm karşıtlıkları, kötülükleri, terbiyesizlikten sapkınlığa değin tüm düşmanlıkları engelleyip geçersiz kılma çabası olarak sürecektir. Gericilere, bölücülere, yıkıcılara, aymazlara, bağnazlara, numaracılara, çıkarcılara, soysuz ve onursuzlara karşı millî mücadele sürecektir. Nasıl Ulusal Kurtuluş Savaşı, yayılmacı emperyalist dış güçlerle işbirlikçi iktidara karşı verilmişse bugün de içten çökertmek, dıştan kuşatmak isteyen tüm Türkiye ve Türklük karşıtlarını etkisiz kılmak için duraksamadan sürdürülecektir. Günümüzün koşullarında, kavram kargaşasının, değer yitimlerinin yaşandığı, ilkelerden ödün verildiği, gerçeklerin dışlanıp varsayımların peşinde koşulduğu ortamda millî mücadele daha çok önem kazanmaktadır. ******çü gençlerin kimi biçimsel hukuk güçlüklerini gözeterek kurmaya çalıştıkları yeni yapı karamsarlığı ve umutsuzluğu azaltmakta, gelecek için yeni muştular (müjdeler) vermektedir. Toplumsal duyarlığı sağlayıp artırmak, birleşme ve dayanışmayı güçlendirmek, karşıdevrim yürüyüşünü durdurmak, olumsuzlukları önlemek, toplumu aydınlatıp ****** ilkeleri doğrultusunda bilinçli ve devingen kılmak kutlanacak bir çalışmadır. Girişimlerinin gönendirici sonuçlar vermesini diliyorum. Siyasal partilerin çözüm üretemedikleri sorunların yaşamsal tehlike yarattığı günümüzde, siyasal yetkiyi kazandıracak bir okul niteliğiyle yararlı olmasını umuyorum. Öğrenciliğinden yakın zamana kadar dernek, vakıf, parti deneyimlerinde bulunmuş, artık kişisel durumu ve koşulları nedeniyle bir destekçi olmaktan ötede katkısı söz konusu olmayan bir yurttaş niteliğiyle gerçek ******çülükten ayrılmadan girişilecek tüm çabaları alkışlıyorum.
Bayram mı?
Bayramların anlamını ve amacını yeterince bilmediğimiz her bayramda bir kez daha anlaşılıyor. ******’ün armağanı olan 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim bayramları nasıl resmî törenlerle geçiştirilen biçimsel birer işleme dönüştürülüyor, dinsel bayramlar bir dinin sömürüsünün gösterileriyle dolduruluyorsa geleneksel kimi günler de bayram yerine kavga aracı durumuna sokuluyor. Nevruz’da yapılanlar açıkça bölücülük ve yıkıcılıktır. Türkiye’mizin büyük kentlerinde, güneydoğuda Türkiye karşıtlığının, bölücübaşı yandaşlığının, terör örgütü destekçiliğinin, çocukları ve kadınları kullanarak sergilenen kötülüklerin başka anlamı yoktur. Aydın sıfatını kendine yakıştıran kimi imzacı ve bildiriciler, sürekli devleti suçlayarak Türkiye düşmanlığını körüklemektedir. Terörü durdurmak için sınırötesi operasyona karşı çıkan bunlardır. Terör örgütü ve yandaşlarına hoşgörü, siyasal açılım isteyen bunlardır. Etkisiz yaptırımlara, önemi yiten önlemlere karşı çıkanlar bunlardır. Türkiye Cumhuriyeti için özlenen söylem ve eylemlerden kaçınanlar, tersine yıkıcı tutum ve davranışlara gülerek yaklaşanlar bunlardır. Karşıdevrimin ve düşmanların koruyucu melekleri, demokrasi kalkanları bunlardır. Özel konuk gibi korunan terörist başı için açıklanan yalanlayıcı bilimsel bildirime karşın hâlâ “Bağımsız hekim” diye tutturanlar da bunlardır. Nevruz’da yaşanan olayları, basının yansıttığı sözleri gözetmek yeter. Bu durum ******çülerin dağınıklığındaki acıyı bir daha duyuruyor. Birkaç yıl önce Cumhuriyet gazetesinde “******çülük Değil, ******çüler Suçludur” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. 20 Mart 2007 günlü Cumhuriyet’te Bedri Baykam da aynı soruna değiniyordu. Neden, ******çülerin bırakınız binlerce imzasını, onlarca imzası birarada görülmüyor? Sanırım bu bir kişilik, eğitim, terbiye sorunudur. Belki de “Uzak durunuz!” öneri ve çağrılarının sonucudur. Ama, örneğin ben kimseye yakın durmak çabasında değilim ki uzak durmaya çalışsınlar. Terbiyesizlik, bilgisizlikten kötüdür sözümü de bu nedenle bir kez daha yineliyorum. Birliktelik için imza atan çok kimsenin sonraki karşıtlık ve karaçalmacılığını, engelleme oyunlarını unutmak güç.
Ölçüsüzlük
Çok şeyin tadı kaçtı. Ölçü yitirildi. Kimini göklere çıkarıyor, kimini batırıyorlar. Olumsuzlukların, bozuklukların giderilmesi için gerçekçi, yararlı öneriler yerine sözde demokratlıkla herşeyin yıkılmasını, hiçbir ölçü getirilmemesini, başıbozukluğu savunuyorlar. Cezaevlerinden Cumhurbaşkanı seçimine kadar her konuda yergi ve övgü abartması var.
14 Mart Tıp Bayramı buruk geçti. Hiçbir olumlu yanı olmayacak dışardan hekim getirme-getirtme çalışmaları, siyasal inatçılığın yeni bir örneği. Törenlere gelip hekimlerin yüzüne bakamayacak durumda olan Sağlık Bakanı fazla parayı yabancı hekime vereceğine kendi hekimlerine vermelidir. Büyük kentlerdeki yığılmayı önleyici önlemler düşünmelidir. Tanınmış ve iyi yabancı hekim kendi ülkesini bırakıp gelmez. İş bulamayan, az para alan yetersiz hekim Türkiye’ye gelir, konuşup anlaşma güçlüğü de yararı olanaksız kılar. Ucuz ve niteliksiz hekim sağlığı daha çok bozar.
Medyamızdaki karşıtlar yine demokratlık, ilericilik gösterisini girdiler. Kendi arkadaşlarının bile “Ciddiye almayınız” dediği belli kalemler Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun haklı tepkisini haksız gösterme çabasına giriştiler. Yurt, ulus, bayrak, bağımsızlık, kişilik, onur, saygı kavramları oluşmamış kişilere acınır. KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer’in asla doyurucu olmayan savunması ve yersiz suçlaması nelerin kimlere kaldığının üzücü bir belirtisidir.
Tüpraş’ı bombalamaya kalkışan PKK timinin yakalandığı günlerde İstanbul’da Belediye otobüsleri yakılıyor. Polis, yakalamak yerine kaçmalarına fırsat tanıdığı izlenimi veren, saldırganlara hedef oluyor. Terörün amacı hâlâ anlaşılmamış gibi aymazlık sürüyor. Bu olayların geçtiği hafta Nevruz şölenlerinde terör örgütü yandaşlığı ayyuka çıkıyor. AB izleyicileri de sevinerek destek veriyor. AB özlemcileri de her şeye katlanıyor. Yazık.
Yayınlar
Okunması önerilecek yayınlar çoğalıyor. Son günlerde Cumhuriyet Senatosu Aydın üyelerinden Sadettin Demirayak’ın “Kuva-yı Milliye’nin Aydın’da Doğuşu”, Vural Savaş’ın “Vatanın Bağrına Düşman Dayamış Hançerini”, Zeki Sarıhan’ın “Kurtuluş Savaşı Kadınları”, Mahmut Soydan’ın “Ankaralı’nın Defteri” adlı yapıtlarını okuyucularımıza salık veriyorum.
Baharın güzel günlerinde daha umutlu, daha mutlu olarak TÜRKSOLU sayfalarında buluşmak dileğiyle.
Yekta Güngör Özden