Yine yargı bağımsızlığı
Günler öyle olaylarla geçiyor ki değinseniz bir konuyu yeterli biçimde incelemeye zaman yetmiyor, değinmeseniz içiniz elvermiyor. Bu nedenle olayları değerlendirmek, unutmamak için az da olsa söz ederek toplumun ilgisini çekmek istiyorum.
Dış olaylarda değişen bir şey yok. AB Dönem Başkanlığını alan Federal Almanya’nın Başbakanı Bn. Merkel zikzak çizmeye başladı. Türkiye’nin 50 yıl gerçekleşebilecek üyeliği, o zaman AB kalırsa yine tartışılır sanıyorum. Ilımlı İslâm ve Büyük Ortadoğu karakolu dayatmalarına eğilenler oldukça aydınlığı yaşamamız güçtür.
KKTC’nde ders kitapları dehşeti, ayrıca Kıbrıs’ın işgal altında olduğuna ilişkin marşların okullarda söylendiğinin yazılması insanın kanını donduracak aykırılıklar. KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nca hazırlattırılan 6. sınıf sosyal bilgiler kitabından Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan söz edilmeyip dinsel anlatımlara ağırlık verilmesi ürkütücüdür. Kıbrıslı Türklerin yaşamlarını borçlu oldukları Barış Harekâtı’nın ne zaman, niçin, nasıl yapıldığı, neleri önlediği bilinmezse Kıbrıslılar varlıklarını koruyamaz.
Irak’lı Kürt liderlerden Barzani’nin şımarıklığına yaraşır olduğu yanıtı almaması, ABD’nin güvencesiyle Türkiye’ye düşmanlığını açıklaması, Kerkük’teki Türkmenlerin düşkırıklıkları Türkiye yönetiminin zayıflığına bağlanmalıdır.
Seçim Rüzgârı
Konuşmalar, bağırıp çağırmalar, atışmalar seçim ortamının gergin geçeceğinin belirtisidir. Anamuhalefet Partisi lideri, Cumhurbaşkanı seçiminde aranan 367 oya ağırlık verirken, Hüsamettin Cindoruk’un yeniden gündeme getirdiği RTE’a milletvekili ve Başbakan olma yolunu açan desteğini unutturmaya çalışıyor. ******’ın özel desteği olmasaydı RTE işlediği ve ceza aldığı suç nedeniyle milletvekili de olamazdı, Başbakan da. Şimdi adaylık sürecine gelmeden milletvekilliği düşürülmezse önünde hukuksal bir engel kalmayacaktır. RTE’ı bugünkü konuma getiren Yüksek Seçim Kurulu kararı ile, Anayasa Mahkemesi’nin geç açıklanan kararından önce Deniz ******’ın Milletvekili Seçimi Yasası ile Anayasa değişikliği desteğidir. Olayın düşünce ve anlatım özgürlüğüyle ilgisi de yoktur. Özgürlükleri kötüye kullanmanın gerçeği vardır.
Seçim muslukları alabildiğine açılıyor. İşçi kadroları, geri çevrilen yasaların görüşülmesinin gelecek döneme bırakılması, kimi oluşumların Cumhurbaşkanı seçiminden sonraya ertelenmesi, küçük Belediyelere para yardımı, öncekiler tamamlanmamışken yeniden 17 üniversite açmaya kalkışmak, çiftçilere indirim, istihdama vergi ve sigorta indirimi, tarımsal ürün dışsatımında iade desteği artışı, borç ve gereksinim içindeki kuruluşların görkemli açılış törenleri, gereksiz giderler… Bir de çocuk kandırır gibi “Bunlar seçimle ilgili değil” demezler mi? Yargının geçersiz saydığı Kızılay yönetiminin kavurma paketleri ayrı. Takiyye sürüyor.
Karmaşa
Yediği ekmeği, içtiği suyu, soluduğu havayı, varlığını, yaşamını yadsırcasına Türkiye düşmanlığına soyunup Barzani, Talabani ve Apo’yu lideri ilân eden uslanmaz bayana bakınız.
Nevruz’u kötüye kullanarak saldırılarını çocukları ve kadınları kullanarak sürdürenlere bakınız. Yanan yıkılan yetmiyormuş gibi “309 gözaltı” azımsanıyor. Medyanın belli kalemleri bunları kınayacak yerde ******’e ve ******çülere ateş püskürüyor. Kimi Türkiye’yi dışlamaya, İngiltere ve AB’ye yamanmaya çalışan Kıbrıs’lı satıcıları övüyor, destekliyor, kimi de ******’ün Büyük Söylevi’ni yalanlamaya çalışıyor. ******’ün eleştirdiği adların neler yaptığı, kimlerle ilişki kurduğu, saltanat ve hilâfet yandaşlığı, cumhuriyet karşıtlığı, yaptığı görüşmeler, verdiği demeçler yok sayılıp haklarındaki eleştiri haksızlıkla suçlanıyor. Öylesine koşullanmışlar ki yargı bağımsızlığı konusunda bile iktidarın ters tutumunu destekliyorlar.
Yargı Bağımsızlığı
Önceki yılların yarattığı burukluğu silen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun açıklama, çalışma ve çabaları kamuoyunun ilgisini çekmekte, konuya duyarlı olanların desteğini almaktadır. En büyük, en ciddî tehlike yargı bağımsızlığının hiçe sayılmasıdır. 14 aydır yapılamayan seçimlerin savunulacak yönü yoktur. Anayasal ve yasal kurallar yönünden birçok aykırılık, taşınamaz ve yaşanamaz düzeye gelmiştir. Tutum ve davranışlarıyla yargının bu duruma düşmesinden sorumlu olanlar şimdi günah çıkarmaya çalışıyor. Biz yargı bağımsızlığını savunurken “Çok konuşuyor” diyen suskunlar şimdi feryâd ediyor. 12 Eylûl’de dut yemiş bülbül gibi susarak aykırılıklara destek vermiş olanlardan yaşayanların, vicdanları varsa, rahat olduklarını sanmıyorum. Yargıç ve Savcılar Birliği Genel Sekreteri’nin açıklamalarının katılmadığım yeri şu; Yarsav yargıç ve savcıların ilk ve tek derneği olduğu savı. 1974’de kurulan yargıç, savcı, yüksek mahkeme üyesi, noter, yönetici vd. tüm hukukçuları çatısı altında toplamaya çalışan, kurucuları arasında bu sayılanlarla birlikte öğretim üyeleri de olan Türk Hukukçular Birliği, sanırım günümüzde de çalışır durumdadır.
Bu arada bir yazarımız “1980’de yerinde kalan bürokratlar”dan söz etti. Kimileri bilmiyor ya da yalanlara kanıp yanlış yazıyor. Yineleyeyim. Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, harekât günü, K. Evren’e uyarıcı yazılar gönderdiler. Mahkeme üyeleri bir gün boyunca görevde kalıp kalmamayı tartıştı. Ulusumuzun hak ve özgürlüklerini korumak, harekât yandaşlarının egemenliğine yargıyı teslim etmemek için görevde kalmayı uygun buldular. Yalnız ben 32 yazı ile Anayasa taslağının yargı bölümünü eleştirdim. Büyük Türkiye Partisi’nin Başsavcılıkça açılan kapatma davasını reddettik. Bunu Yıldırım Avcı ile Hüsamettin Cindoruk iyi bilir. Anayasa Mahkemesi beklendiği, özlendiği gibi durmuştur.
“Görevi bırakmadılar” diye eleştirenler ne yapıldığını ve kendilerinin o zaman neler yaptıklarını anlatsalar ya. Kimi karşıtlar da askerî yönetime alkış tuttuğumuzu yazacak kadar yalana başvurdular. 1961 Anayasası için “Anıt Anayasa” dememize kızan Evren yeni seçilen bir üyenin and içme törenine üç ay gelmedi. Kenan Evren’e yazdığım ve Hukukun Üstünlüğüne Saygı adlı yapıtımda (Bilgi Yayınevi 1190 ve 1996, sayfa 352, 369) yayımladığım 20.5.1981 ve 4.10.1982 günlü iki mektubumla, zamanın Başbakanı Bülend Ulusu’ya gönderdiğim (sayfa 347) 8.12.1980 günlü mektuplarımda yazışma terbiyesi içinde sıraladığım eleştiri, uyarı, öneri ve dilekleri o zamanlar kim yazdı? Gazete makalelerim, Yankı’daki yazılar ayrı. Bu mektupları bile okumadan ya da okuduğunu anlamadığını gösteren biçimde tersine değerlendirenler duyuluyor.
Anayasa Mahkemesi’ne başlangıçta Bülent Ecevit’in istemesine karşın beş grubun da desteğini alarak, 11 ay süren bir seçim sürecinden sonra Cumhuriyet Senatosu’nca 11.1.1979’da, 12 Eylûl’den 20 ay önce, asıl üye olarak seçildim. 25 Ocak 1979’da göreve başladım.
Yargı bağımsızlığı saygın bir hukuk devletinin, çağdaş demokrasinin en gerçek göstergesidir. Günümüz Türkiye’sinde bu olgunun varlığını savunmak güçtür. Gölgeleyen durumlara son verilmeli, yargının siyasetçilerin eline bırakılmayacak önemli bir kurum olduğu asla unutulmamalıdır. Bilinmelidir ki yargı bağımsızlığı, bireylerin, ulusun en güçlü güvencesidir. Ulusal onurdur. Yargıç ve savcıların değil, ulusun yararınadır. Yinelemekte yarar var: Hukuku siyasallaştırmamalı, siyaseti hukuksallaştırmalı ki demokrasi demokrasi olsun. Bağımsız olmayan yargı, yargı değildir. Başbakanın ve Adalet Bakanı’nın söylemleriyle eylemleri birbirine uymamakta, bu konudaki tutumları asla inandırıcı bulunmamaktadır. Siyasal bahaneler yakışmıyor. Bakalım seçim yapacakları söylenen 15 Nisan’da ne yapacaklar?
Medya Çamurları
Düşünce özgürlüğü savıyla Türkiye ve ****** karşıtları aranıp bulunarak görüşmeler yapılıp yayımlanıyor. Her pisliği düşünce özgürlüğü içinde göstererek düşünceyi kirleten, saçmalıklara, abuk sabukluklara, saldırılara ve sakıncalı görüşlere yer veren siyaset sömürücüsü, çıkarcı ve gösterişçi medya ilgilileri sütunlarını, köşelerini kötüye kullanıyor. Sapkınlıklarla dolu hezeyanlar kitlelere ulaştırılıyor. Örneğin bir kürtçü Irak’ta mutlu olacağını söylüyor. Öyleyse Türkiye’de niye duruyor, tutan mı var? Özel ilişkileri olanları ya da karşılıklı gülücük attıklarını tanıtıyor, övüyor, destekliyorlar. Geçmişini, düşüncesini, amacını, kim ve kimlerle olup kimlerin elinde olduğunu aramıyorlar. Tarihsel gerçekleri kendi ideolojik saplantılarıyla tersine çevirmeye çalışanlarla bölücü-yıkıcıları vitrine çıkaranlar ne yaptıklarını bilemez durumda olsalar gerek. Amaçlı ise boşuna çaba. Boşuna çaba, boşların işidir. Çamur, atanın elinde kalsa iyi, yüzüne yapışır.
******’ü küçümseyen, alaylı anlatımlarla değerini azaltmaya çalışan palyaçolar türedi. Gazete sahiplerinden, genel yayın müdürlerinden cesaret alarak atıp tutuyorlar. Hiç sıkılmadan, çekinmeden. Tarihe karşı yazılarla kendi bilgisizliklerini, düzeysizliklerini, ahlâksızlıklarını ve sapkınlıklarını ortaya koyuyorlar. Şimdi de Çanakkale Savaşları’nı çocuk oyunu gibi göstermek çabasındalar. Çanakkale Savaşları kazanılmasa Ulusal Kurtuluş Savaşı’na belki de girişilmezdi. Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılmasa Çanakkale önemli olmazdı. Günü için, bugünler için, dünya için önemi açıktır. Kutsal topraklar bu iki savaşla kurtulmuştur. Sözcük oyunları, anlatım cambazlıklarıyla tarihi kirletemezler. Ama kimlerin nerelere yuvalandıkları, kimler tarafından beslenip şımartıldıkları daha iyi anlaşılıyor. Bu gidişle Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Saltanatın kaldırılmasını, Lozan’ı, Cumhuriyetin ilânını da, devrimleri de birer siyasal müsamere olarak tanıtıp soy bağlarını da inkâr edebilirler. Kendilerine, yanlarındaki kimilerine baksalar ya.
Yasamada Yasaklar
******’ün resimlerinin kaldırılmasını istemişlerdi. Sıkmabaşlıları localarda ağırlayıp şapkalı bayanları dışarıya çıkarmışlardı. Dokunulmazlık dosyalarına dokunmak, sorulara doyurucu yanıt vermek, araştırma önergelerini işleme koymak yasak. Sayısal çoğunluk ne derse o olacak. CHP Milletvekili Abdülkadir Ateş’in gümrüklerde kaçakçılık ile vekâletle yönetim için verdiği önerge reddedildi. Kimi Bakanların yakınlarının yüksek ücretlerle görev almaları da savunulmaktadır. Başka şeyler de. Amaç uygun olmazsa adımlar doğru olmaz. Başbakanın, lâikliği küçümsemek ve kötülemek için dolambaçlı anlatımlara girmesi bunun bir örneğidir.
Yalakalar
Kişilik bozukluğuyla özürlü olanların başında yalakalar gelir. Sağlıklı düşünemezler. Tutum ve davranışlarıyla gülünç olmaktan kurtulamazlar. Çevrenin tepkilerini değerlendiremezler. Sağduyularını ve utanma duygularını yitirmiş biçimde dolaşıp dururlar. Çıkarlarına öncelik ve ağırlık verirler. Gösteri yeğledikleri yöntemdir, gösterişçilik başlıca ustalıklarıdır. Yaranma, yanaşma çabalarıyla ayırdedilirler. Yanlarına sokulmaya çalıştıkları kimseler, bunları daha güç duruma düşmemeleri, aşağılanmamaları için oldukça anlamlı ve incelik taşıyan sözlerle uyarırlarsa da kaçınmazlar, direnirler. Birilerinin yanında, ondan yana ya da onunla birlikte görünmeye, ayrıcalıklı ilişkiler içinde olduklarını kanıtlamaya uğraşır. Etiket düşkünüdür. Makam, mevki, rütbe, ün ve san bağımlılığı vardır. Çocuklaşır, yüzsüzleşir, aşağılanır, kovulur, yine aldırmaz. Karakter yapısı çürük, onur duygusu, insanlık bilinci yetersizdir. Yüze gülmeyi, alkış tutmayı, övgülerle karşılamayı ayırdedilecek bir alışkanlık durumuna getirmişlerdir. İşlerine gelmezse arkadan konuşmayı, yermeyi, suçlamayı ve çekiştirmeyi de iyi bilirler. Birçok söylentinin, birçok gereksiz karşıtlığın ya da yandaşlığın kaynağı bunlardır.
Bir zamanlar oturtacak yer bulamadıkları, “Başımızın üstünde yeriniz var” dedikleri insanları en çabuk bunlar unutur. Çağrılarının geri çevrilmemesi, kabûl edilmesi için kapılarda bekleyenler, gelip gelmeyeceğinizi öğrenmek için kezlerce telefon edenler, geleceğiniz saatlerde kapılarda nöbet tutanlar, kuruluşlarını gezdirip bilgi vermekten mutluluk duyanlar, yemeklerine katılırsanız onur vereceğinizi söyleyenler, sizinle görünmek için gölgenizden yakın olanlar, kalabalıkları yarıp geçenler, fotoğraf çektirmek için ayakları üstünde yükselenler, sağı solu itip kakanlar siz yetkili ve etkili olmaktan uzaklaşınca hiç tanışmamış görüntüsü verirler.
Hekimse bir tür bıktırıcı biçimde çağırıp yardımcı olmaya çalışanın sonra nerden emir almışsa size karşı oluşumlar kurmaya çalıştığını öğrenirsiniz. Engellenmeniz, önlenmeniz, durdurulmanız, seçilmemeniz için uğraştığı ortaya çıkar. O sizin bunları bilmediğinizi, duymadığınızı sanarak yine sahte gülüşleriyle sokulur, kendini anlatmaya, geçmişteki gibi olmasa da unutmadığını söylemeye çalışır. Başkalarına araç, maşa olan bu yalakalar iktidar-güç hastasıdır. Yemekler, geziler, eğlenceler, toplantılar düzenler, değişik kesimlerden tanınmış kimseleri çağırarak her birine yakın görünerek kendini tanıtmaya, yerini güçlendirmeye, olası güçlük ve sorunları aşmak için katkıları hazırlamaya çalışır. Çevresine hava atar. Yanında çalışanlara ne ölçüde büyük ve etkin olduğunu gösterir. Siz uzak durup katılmayınca, çağrılarını yanıtsız bırakınca gerçek dışı anlatımlarla sizi karalar, kötüler. Bunlar çokyüzlüdür, yalancıdır, iftiracıdır. Her kılığa ve biçime giren düzenbazlardır. Her yerde, her zaman, her meslekte böylelerine rastlanır. Şişine şişine gezerler ama tanınır, bilinirler. Tiksintiyle karşılanır, dışlanırlar ama yapacaklarını yaparlar. Sayıları az da olsa tehlikeli kişilerdir. Bunlara inanmak, güvenmek ağır bedel ödemeyi getirir. Ahlâk kavramları olmadığı için her kötülük beklenir. Lâf ebesidirler, lâf taşır, uydururlar.
Çok değerli anlamlar taşıyan “Dost” sözcüğünün sıcaklığı, yalancı dost durumundaki yalakaların tiksindiriciliği karşısında önemini artırmaktadır. Gerçek dostlar için “Ne altın gemi, ne gümüş gemi, dost gemisi!” sözü anlamını ve değerini hiç yitirmedi. Eski dostlar aranan, özlenen, mutluluk veren bir esenlik kaynağıdır. Dost görünen yanar-dönerler birer hiçtir. Yer değiştirmeyi, görevden ayrılmayı, emekli olmayı “düşme” sayıp uzaklaşanlar tümüyle içtenliksizdir. Siyaset-ticaret, şeriat-tarikat ilişkileriyle bozulan insanlık değerleri, sarsılan toplumsal nitelikler, yıkılmasına çalışılan ulusal ilkeler ufkumuzu karartsa da içimizdeki aydınlık, yüreklerimizdeki sevecenlik, beynimizdeki olumlu düşüncelerle dostlukları pekiştirecek, yalakalara ve yalakalıklara olanak tanımayacağız. İnsanlıkdışına düşenlerin yanımızda, aramızda yeri yoktur. Yalakalık uçuk-kaçıklığın bir türüdür. Yalakalara yüz veren, ödün veren de onların düzeyindedir. Şakşakçılık, dalkavukluk, maskaralık ve soytarılık değişik görünümleridir. Kışkırtıcı, yanıltıcı ve her zaman aldatıcıdır.
Yekta Güngör Özden