Yarından da sorumluyuz
Günler umutla değil, umut kırıcı olayların yarattığı üzüntülerle açılıp kapanıyor. Cumhurbaşkanı seçimi üzerindeki tartışmalar sürerken asıl sorunlar erteleniyor ya da yitip gidiyor. Kimi ağır güçlükler yaşayan halkımız kendi sorunlarını öne alan aymazların yüzünden ulusal sorunlarla yeterince ilgilenemiyor. Cumhurbaşkanının konumu, önemi, özellikleri, değeri yadsınarak, yetki ve görevleri unutularak adayların kişiliği üzerinde durulmuyor. Türkiye’nin nerelere götürülmek istendiği de yeterince düşünülmüyor. İnsan hakları ve demokrasinin dinselliğe bürünmesinin tehlikelerine aldırılmıyor. İktidar beslemesi medya kesiminin yanıltmalarıyla başbaşa kalan insanımı yarınlarda nelerin beklediği yansızlıkla ele alınmıyor. Bu karışıklıktan yararlanan Batılılar dayatmalarını giderek ağırlaştırıyorlar. ABD önceki Başkanı Clinton Irak’a operasyonun yıkım getireceğini öne sürerken AB Dönem Başkanlığını yürüten Federal Almanya “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Karar Taslağı” hazırlayarak AB ülkelerinde “1915 olayları soykırım değildir” demeyi suç sayıp cezalandıracak bir yasayı çıkarmak peşinde. ABD’de eyaletler peşpeşe sözde ermeni soykırımı kararlarını kabûl ediyor. İktidar 2013 yılına kadar AB gereklerini yaşama geçireceği konuları açıklayıp yeni ödünler vermeye hazır olduğunu açıklıyor.
Üzücü durumlar
Atamalardaki kayırmalar bir yana nakillerde bile iktidar yanlısı kimselerin arandığı yakınmaları yayılıyor. Kadrolaşma tüm hızıyla sürüyor. Cumhurbaşkanının bir kez daha görüşülmek üzere geri çevirdiği yasalar konusunda iktidar direniyor.
Birleşmiş Milletler Türk Derneği’nin kesilen ödeneklerini yargı kararına karşın vermeyen iktidar seçim musluklarını birer birer açıyor.
Cumhurbaşkanı’nın bilinenleri yinelemek olsa da önemli uyarılar içeren anlamlı Harp Akademileri Konferansı’nı TBMM Başkanı ile Dışişleri Bakanı hafife alıp eleştiriyor. Oy hakkı bile bulunmayan, yansızlığı ilke olmak gereken TBMM Başkanı partizanca konuşmalarına bir de “..Dindar Cumhurbaşkanı..”nı ekledi. Birçok yönden sakıncalı bu söylemi düşün, siyaset ve hizmet düzeyini açıklamaktadır. Dinli-dinsiz ayrımı bu topluma yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.
Cumhurbaşkanlığına soyunduğu belirgin Başbakanın nabız yoklamak ya da sandıkta bulunması gereken 367 oyu sağlamak için görüştüğü iki muhalefet partisi lideri dışındakileri yok sayması demokratik yaklaşım eksikliği kadar yetişme özelliklerine de bağlanmalıdır. İşin acı yanı Cumhurbaşkanının kim olacağı bir parti liderinin iki dudağının arasındadır. Anamuhalefet partisi de TBMM üyelerinden birini olduğu gibi Meclis dışından bir yurttaşı da aday gösterme olanağını elinde bulundurmasına karşın iktidarın olası adaylarından daha nitelikli bir aday gösterememektedir. Bu konuda iktidar kesiminden daha düzeyli, daha güvenilir, gelecek için daha umut verici olduğunu benimsetecek bir aday gösterebilirdi. Sandıktan 367 oyun çıkması zorunluluğunu bırakıp toplanma (toplantının açılış) sayısı üzerinde direnmenin yanlışlığı seçimi gölgelemektedir. 367 oyun çıkması 367 milletvekilinin bulunup katıldığını gösterir. 367 oy çıkmazsa oylama yapılmamış sayılır. Hukuku zorlayarak, siyaseti ve partizanlığı, yandaşlığı ve goygoyculuğu yeğleyerek “Yaparım-yaparız-yapılır” demek doğru değil. Değişik görüşlerin olması da doğaldır. Ama karşı görüşleri suçlayıp inatla bildiğini uygulamak, kaçınılması gereken bir ilkelliktir. Milletvekillerini parti disiplini sözleriyle istençleri dışında oy vermeye çağırmak da böyledir. Muhalefetin kendi arasında anlayış birliği sağlayamaması da düşündürücüdür. Önceki hafta Burhaniye konuşmamda bunlara da değindim.
Bu arada, Başbakanın cumhurbaşkanı adayı olmasına yasal, hukuksal bir engel bulunmadığını, sorunun ahlâkî-etik yönünün ağır bastığını, bu durumu milletvekillerinin düşünmesi gerektiğini, konunun bu yanıyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyeceğini, seçim-oylama sorununun götürülebileceğini söylememi yanlış anlayan, yan tuttuğumu sananlar çıkıyor. Başbakan ve onun gibilerin aday bile olmaması gerektiğini söyleyenlerden biriyim. Hukuksal durumu kendi görüşümle açıklamam yanlışlık içerse de asla yanlılığa bağlanamaz. Kaldı ki soru soran ajans konuşmamın ilk tümcesini veriyor, kendi yandaşlığından işine gelmeyen sonraki tümceyi vermeyerek yanlış anlamalara neden oluyor. Medyanın ne duruma geldiğini bilmiyor muyuz?
Tehlikelere, şimdi yeni gibi algılanan söylemlere konu edilen durumlara 1992-1997 Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yıldönümü Töreni konuşmalarımda değinmiştim. Kaç kişi anımsıyor? Medyanın belleği yanlı çalıştığından unutturmaya çalışıyor. Anlayış, çizgi, karakter değişikliğimiz olmadı, olamaz. Terbiyemizi, onurumuzu, kişiliğimizi koruyoruz. Doğruları söylemeyi sürdürüyoruz. Hatır için konuşmuyoruz, yazmıyoruz. Hukuksal gerekleri de -başkaları için yanlış olsa da- kendi kanımıza göre açıklıyor, birilerinin işine yarayıp yaramayacağına bakmıyoruz. Nabza göre şerbet verenlerden değiliz.
Tehlike - tehlike
Cumhuriyet Mitingi olgunluk içinde geçti ve sonuçlandı. Bu durum her yurttaşı mutlu kılmalıdır. Demokratik geleneklerin oluşması yarınlar için en sağlıklı güvencelerden biridir. Başbakanın olumsuz değerlendirmeleri yakışıksızdır. Yurttaşları oraya birileri toplamamış, yurttaşlar kendiliğinden toplanmışlardır. Bu tür eylemlerin sürekli, başka kentlerde de birbirini izleyecek biçimde olması daha yararlı sonuçlar getirir. Kimsenin burnunu kanatmadan, camını kırmadan, “Demokrasi Mitingi” adıyla karşıdevrimcilerin etkinliklerine aldırış etmeden. TBMM Başkanı’nın engelleyici, suçlayıcı konuşmaları, gerici basının beklenen karşıtlığı ve değerlendirmeleri hiç önemli değil. Kimi meslek kuruluşlarının iktidar yandaşlığı ve ****** karşıtlığıyla kaçınmaları da böyle. Dini siyasallaştırarak demokrasiyi dinselleştirenlerin, cumhuriyetle demokrasiyi karşı karşıya getirenlerin “Demokrasi Mitingi” kendilerine uygun ama gerçek demokrasiye aykırı olur. Yurttaşları ilkelerde ayırmak ve kutuplaştırmak vatana ihanet sayılır. İzmit’teki karşı gösteriye ne denir?
“Kutlu Doğum Haftası” adıyla düzenlenen dinsel etkinliklerden Denizli Müftülüğü ve Denizli AKP’li Belediyenin birlikte gerçekleştirdiğinde cami imamının yönetiminde sıkmabaşlı ilköğretim öğrencisi kızların ilâhiler söylemesi, Vali Yardımcısı’nın sözleri üzerinde durulmalıdır. Bunlar AKP iktidarında nerelere götürülmek istendiğimizin olumsuz belirtilerinden kimileridir.
Bir toplumsal bozulma yaşandığı açık. Sanırım, AKP’liler bile bu ölçüde yalaka, yandaş, karakter değiştiren medya ilgilisi, yazar-çizer, bürokrat, dernek, vakıf, şirket olacağını ummuyordu. İnancı siyaset aracı kılma amaç ve çabalarında açık-dolaylı destek bulmaları onları da şaşırttı.
Cumhurbaşkanı seçiminin ne zaman olacağı başta biliniyordu. Bunu dikkate almayan muhalefetin RTE’nın milletvekili ve Başbakan olmasına verdiği destek, yargının yanlı ve geç davranması günümüz sorununu yaratmıştır kanısı yaygın. Birleşmeleri, dayanışmayı önleyenler de kendilerini özeleştiriye tutup sorgulamalıdır. Günümüzdeki dağınıklığı içine sindirenler yarınlarda pişman olup üzüleceklerdir ama iş işten geçmiş olacaktır. Bölücüler, karıştırıcılar, kötü duygularla anılacaktır.
İzmir Zafer İlköğretim Okulu öğretmen, veli ve öğrencilerini aramızdan alan taşıt kazasının acısı büyüktür. Ulusumuza başsağlığı diliyoruz. Gelecek günlerin geçen günlerden güzel olması hepimizin beklentisi olduğu ölçüde de sorumluluğudur.
Malatya olayını nefretle kınıyoruz. Gericilerin bu tür girişimlerini kimlere güvenerek yaptıklarını artık iyice düşünmek gerekir.
Yekta Güngör Özden