Hayır! Hayır! Hayır!
Görevine başlarken TBMM önünde içtiği andda belirlenen yükümlülükleri (Anayasa mad.103), yasama, yürütme ve yargı alanlarında öngörülen yetkileri nedeniyle çok önemli bir konumu bulunan, “Devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Milletin birliğini temsil ettiği” vurgulanan (Anayasa mad.104) Cumhurbaşkanı konusunda her yurttaşın görüşünü açıklaması, seçicilerin büyük bir duyarlık ve özenle davranması gerekir. Her yurttaşın saygıyla karşılayacağı, güven ve kıvanç duyacağı, nitelikleriyle seçkin, örnek bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesine çalışılması özlenen bir tutumdur. Ulusal birliğin temsilcisinin, simge nitelikli bir görev sahibinin anlaşma, uzlaşma, hattâ dayanışmayla seçilmesi, görevlerini başarıyla yerine getirmesi yönünden yadsınmaz bir gereksinim, vazgeçilmez bir dayanaktır. Siyasal nedenlere öncelik vererek, partizanlıkla, inatla ve zıtlaşmayla cumhurbaşkanı seçmek demokrasiyle bağdaşmadığı gibi ilkellik sayılacak bir tutuculuktur.
Abdullah Gül, iktidar partisinin, cumhurbaşkanlığına ikinci kez aday gösterdiği bir milletvekilidir. Benim okuduğum Kayseri Lisesi’ni bitirmiş. Necmettin Erbakan Hükûmeti’nin Bakanı olduğu 1993’lü yıllarda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yabancı devlet temsilcisi için verdiği akşam yemeğinde solumda uslu bir öğrenci gibi oturuyordu. Kıbrıs Bayrak Radyo Televizyonu yöneticilerinin iletmemi istedikleri bir sorunu kendisine anlattım. İlgileneceğini söyledi, hiç ses çıkmadı. Başbakan olduğunda bir Parti Genel Başkanı olarak yazıyla kutladım, yanıt alamadım. Toplumsal gereklerin dışında, ölçüsünün dincilik olduğu belirgin birisiydi. Başka rastlamadım, karşılaşmak istemedim. Kapatılma dâvasının büyük bölümüne katıldığım Refah Partisi’yle atıldığı siyasal yaşamındaki olayları basından öğrendim.
Hangi tür değerlendirme olursa olsun öze önem vermek yeğlenmelidir. Öz, biçime kıydırılamaz. Biçimsel uygunluk, özde aykırılığı gideremez. Cumhurbaşkanı niteliğiyle ilgili Anayasa’nın 101. maddesinin aradığı biçimsel koşulların varlığı seçilmek için yeterli sayılamaz. Her milletvekilinin adaylığını koyması ya da milletvekillerince aday gösterilmesi dışında, aranan koşulları taşıyan yurttaşların 150 milletvekilinin yazılı önerisiyle aday gösterilmesi olanağı Abdullah Gül’de direnmeyi gereksiz kılmaktadır. Ülkemizde Cumhurbaşkanı olacak nitelikte çok kimsenin varlığı tartışılamaz. Mustafa Kemal’in 42 yaşında Cumhurbaşkanı olduğu gözetilirse genç bir Cumhurbaşkanı herkesi gönendirir. Cumhurbaşkanı seçilince partisinden ayrılmak da yansızlığı için doyurucu bir kanıt sayılamaz. Biçimsel ayrılıkların hiçbir yararının ve anlamının olmadığı önceki deneyimlerle doğrulanmıştır.
Adaylık sürecinde yaptığı görüşmelerdeki açıklamaları, basına konuşmaları ve kimi demeçleri okşayıcı, yatıştırıcı, yakınmaları ve kınamaları giderici sözlerdir. İçtenlikli olduğuna inanmak güçtür. Abdullah Gül’ün gelecekte neler yapacağını kestirebilmek için geçmişte neler yaptığına bakmak gerekir. Yazıldı, konuşuldu, tartışıldı ama yinelemekte yarar olduğundan özetle değiniyorum. Abdullah Gül, gerici çalışmaları nedeniyle kapatılan Refah Partisi’nin militan sayılacak yetkililerinden biriydi. O partinin işlem ve eylemlerinin ortağı olduğu Ankara Asliye 18. Hukuk Mahkemesi’nin 1999/618 sayılı dosyası içeriğiyle belirgin olduğu gibi dokunulmazlıktan yararlanarak Meclis’te bulunduğu bir gerçektir. Kimileri A. Gül’ün profilinden sözetmekte nerdeyse “..biçilmiş kaftan..” sözünü anımsatırcasına övmekte, iktidar yandaşlarıyla ****** ve lâik cumhuriyet karşıtları kaçırılmaz bir fırsat sayarak reklâmını yapmaktadır. Karşıdevrim A. Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla amacına ulaşmış olacak, eksik kalan her şeyi tamamlayacaklardır. Bu umut, bu düş onları tutkuyla doldurmaktadır. A. Gül’ün The Guardian gazetesine verdiği, inkâr etse de belgeleri bulunduğu yazılan demeci (2005), Milliyet gazetesi yazarlarından Nilgün Cerrahoğlu ile 10.12.1995’de yaptığı görüşmede Anayasa’nın 2. ve 4. maddelerine karşıtlığı, 2002’de eşinin sıkmabaşı için AİHM’ne açılan ve Leyla Şahin’in dâvasının reddi üzerine geri alınan dâva, Fethullah Gülen cemaati temsilcilerinin devlet protokoluna alınması için dış temsilciliklere gönderdiği yazı, 6.6.2005 ve 12.2.2006’da sıkmabaş ve bununla ilgili Danıştay kararı için olumsuz-gereksiz konuşmaları kimliğini ve niteliğini açıkça ortaya koymaktadır. Lâiklik ve cumhuriyetin ilkeleri bağlamında gericilik, tutuculuk, köktendincilik, partizanlık belirtisi sözlerin sahibi bu temeller üzerine kurulan cumhuriyeti temsil edemez. Siyasal geçmişi, kökü ve karakteri bellidir. Birleştirici olması, herkesi kucaklaması olanaksızdır. Seçim öncesinde hoş görünmek için söylenen yapay, içtenliksiz sözler, dağıtılan gülücükler aldatıcıdır. Seçimler sırasında “Durmak yok, yola devam!” diyen iktidarın dincilikle, yardım-bağış sunuşlarıyla aldığı oydan sonra neye devam edeceği bellidir. A. Gül bunlardan uzak kalamaz. Başbakanın isteklerini asla geri çeviremez. Dinsel bağlantılarını aşamaz ve yıkamaz. Böyle olunca da ******’ün yerinin anlamı, değeri ve önemi tartışılır, niteliği bozulur.
Bunlar dışında, Anayasa’nın 112/1. maddesi gereğince Hükûmetin genel siyasetinin yürütülmesinden ortak sorumluluğu olan Bakanlar Kurulu’nun üyelerinden biriydi. Hükûmetin iç ve dış hangi işlerinden kimler memnun? İç işlerde yönetimden, asayişten, özelleştirmeden, eğitimden, af yasalarından, vergi adaletinden, ücret dengesinden, partizanlık ve kadrolaşmadan, demokrasi, insan hakları ve inanç sömürüsünden sorumlu değil mi? seçim giderlerinden bilgisiz mi? Oluşumlarda etkisiz mi? Bir akımın temsilcilerinden olduğu kuşkusuz. Başarılı bir Dışişleri Bakanı mı? Türkiye’nin önce grileşip sonra renksizleşen ve büsbütün yiten kırmızı çizgilerinin başsorumlusu değil mi? Güney Kıbrıs’ın oyunlarına gelen, KKTC’nin bugünkü duruma düşmesine neden olan AB ve ABD ile İMF’nin ve Yunanistan’ın gözdağları, baskıları karşısında ezilip eğilen, Nato’nun yanlı uygulamalarına ses çıkarmayan, Avrupa Güç Birliği Anlaşması’nın dışında tutulmamıza katlanan, Irak’ın kuzeyinde yuvalanan terör örgütü için ağırlığını koyamayan, ermenilerin, rumların, pontusçuların, kürtçülerin girişimlerine, lobilerine gereken yanıtları veremeyen, yurtdışından yönelen teröre karşı gereken önlemleri aldıramayan, Türkiye’nin sözünü dinletemeyen, Türkiye’yi yaraşır olduğu biçimde temsil edemeyen kim? Neyi başarmış, kazandırmış, geliştirmiş, kotarmış? Ezik, cılız duruş, eğilme ve gel-gitli konuşmalar (polemik, demagoji, mügalâta, saptırma ve sömürme) gerçekleri geçersiz kılamaz ve silemez. Önceki bağlarından kopup ulusun birliğini gereğiyle temsil edemez. Kendini inançlı, lâikleri inançsız sayıp yurttaşların karşısına çıkamaz. Hukuk devletine hukuku tanımayan, hukuka karşı çıkan kimse Başkan olamaz. Yargı kararlarının yerine getirilmemesinde gizli kararnamelerde A. Gül’ün payı yok mudur? 1993’e kadar nerede ve kimlerle çalışmıştır? Aile bir bütündür. Eşi, dinen zorunlu olmayan sıkmabaşla yanında durursa, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin reddi, inkârı olur. Yanında durmazsa kötü örnek olur. Ulusal ilkeler kişisel tercihlerin önünde ve üstündedir. Yarım metre bezi bayrak yerine koymanın hiçbir anlamı yoktur. Cumhurbaşkanı eşi olacak bayan “Başımı açarım” diyebilmelidir. Kocasının istemi dışında sıkmabaş kullanması düşünülemez. Sıkmabaşı çıkarması bir özveri değil, doğal bir davranış olur. AKP milletvekili ve bakanlık yapan bayanların başıaçık olması inançlarından soyutlanmaları, vazgeçmelerini mi gösteriyor? İnatlarını sürdürecekleri, bilgisiz ve önyargılı kimi seçmene selâm için sıkmabaşı sürekli savunacakları Başbakanın Lâtife Hanım’ı örnek göstermesi yanlışlığından anlaşılıyor. Günün koşullarında başı kapalı ve açık olan Lâtife Hanım’la ****** 5 Ağustos 1925’de ayrıldı. Şapka Giyilmesi Hakkında 671 no.lu Yasa 25 Kasım 1925’de kabûl edildi. 743 no.lu önceki Medeni Yasa 17 Şubat 1926’da, Bazı Kisvelerin Giyilmesine İlişkin 2596 no.lu Yasa da 3 Aralık 1934’de. Zübeyde Hanım da, Lâtife Hanım da günümüzdeki sıkmabaş gibi öcü durumuna sokan başörtüsü kullanmadılar. Başhekimlerin çarşaflı eşlerini, yurdun değişik yörelerinde çarşafla dolaşanları, ülkemizin modern görüntüsünü bozan olumsuzlukları görmek istemeyenler modern cumhuriyetin yöneticisi olamazlar. Çankaya’ya çıkamazlar, çıksalar da istedikleri gibi oturamazlar. A. Gül’ü hangi televizyon kanalının, gazete ve dergide hangi yazarın desteklediğine bakmak yeter. Cumhuriyet kurucularının düşmanları, yapay ve yalancı demokratlar, Türkiye karşıtları korosu yaygarasını artırıyor. “****** ilkelerinin zorla dayatıldığını, Ne Mutlu Türk’üm Diyene! Özdeyişinin Türkiye’yi ilkelleştirdiğini, jandarma dipçiğiyle köylülerin dövüldüğünü, ******’ün diktatör olduğunu, irtica nedeniyle ordudan uzaklaştırılanlara haksızlık yapıldığını, lâikliğin zararlı ve sakıncalı olduğunu” söyleyip yazan kimse Çankaya’ya çıkabilir mi? ****** ilkelerini benimsemeyen, karalayan kimse onları nasıl uygulayabilir? Bugüne kadar içtikleri anda uymuşlar mı ki bundan sonra uyacakları beklensin? Konuşmalarının kitaplaştırılması, islâm ülkelerini reforma çağırması (ki ******’ün aydınlanma devrimiyle ülkemizin öncülüğü gerçekleşmiştir) yeterli edinim olamaz. AKP’nin devleti ele geçirme çabası “ılımlı islâm” görünümlü dinci devlete dönüşüm, kurucusu ******’le bağlarını koparma aşamalarına geçiştir. Lâiklik ilkesi başta, cumhuriyet böyle korunamaz. “Cumhuriyetin değerleriyle mutabık olmama” değil, “çatışma” durumu var. Silâhlı Kuvvetlere karşı sözleri, olağan açıklamaları, içtenlikli önerileri eleştirmesi, kabadayılık çıkışları ayrı. İktidarın, başta Anayasa Mahkemesi, devlet organlarına karşı saygıyla bağdaşmayacak tutumunda A. Gül’ün payı az mı? Refah Partisi’nin kayıp trilyon davasıyla ilgili hakkındaki fezleke Meclis’te bekliyor. Koyu ve katı partili, lâik cumhuriyete karşı koşullanmış birisi Çankaya’da onur konuğu olamaz. Millî Görüş gömleğini sözle çıkarmak yetmez. Kanımca dikenleri büyük ve fazla. Bana güven vermiyor, inanamıyor, kabûl edemiyorum. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın, Batı Trakya’daki soydaşlarımızın sorunları çözümlendi mi? Petrol boru hatlarında Rusya, Amerika, Yunanistan karşılıkları ne oldu? Ermenistan’ın istemlerine, kürtçülerin iç ve dış oyunlarına karşı neler yapılıyor? Kendi organlarımıza karşı anlamsız, gereksiz, yersiz çıkışların hangisi sözde dostlara ve düşmanlık taslayanlara karşı uygulanıyor? Uzmanlar, bugüne değin böyle başarısız dışişleri görmediklerini anlatıyor. AİHM için aday bildirme, Filistin, İsrail ilişkileri, Fethullah Gülen’in ABD süper konukluğu gizini koruyor. Recep Tayyip’in “mutemet” adamı. AKP önde geleni. Alkışlar niteliklerine, olmayan başarılarına değil. Dinciliğin aşama kazanmasını, amaca ulaşılmasını alkışlıyorlar. Başbakanın “Özü de bir, sözü de birdir” savunması yandaşlık övgüsüdür ve kendi girişimlerinde, inatlaşmalarındaki duruşa ilişkindir. Kim haklı, kim doğru söylüyor, kim dürüsttür? Zaman gösterecektir.
Sanki Ahmet Necdet Sezer dinsizmiş gibi “Cumhurbaşkanı dindar olmalı” saçmasözü gerçeğin ne olduğunu ortaya koyuyor. Anlaşılan, müslüman dininden olmak yetmiyor. Bunlar “Dindar”ı, “Dinci, şeriatçı” olarak algılıyor. Uzlaşma fos çıktı. İnanılmaz ve güvenilmez oldukları söylenip yazılmıştı. Bu bir dayatmadır.
Bu konuyu şimdilik şöyle bağlamak istiyorum: Ben inanamıyorum. Ben güvenemiyorum. Ben A. Gül’ü ve onun gibileri Çankaya’ya uygun bulmuyorum. Ben yurttaş olarak bu tiplere katlanamıyorum. Ve yineliyorum: Hayır! Hayır! Hayır!
Satırbaşlarıyla
Osmanlı özlemcileri ve ardılları ******’e ilişkin koşullanmışlarından kurtulamıyor. Osman Mayatepek’in açıklamaları böyle.
Irak’la imzalanan Mutabakat Muhtırası kürtlerin tepkisini çekti. Nedense kulakları çekilemiyor.
Seçimde duran terör yine azdı. Ne için ve kimler için sustu, ara verdi? Sonra niye hızlandı? AKP milletvekilleri eşlerinden kaçının sıkmabaşlı olduğunu veren medya kaçının da kürt kökenli olduğunu anlatsa ya. Eşitlik yoktu da DTP’liler nasıl milletvekili olabildiler?
Câri açık 33 milyar dolara yaklaştı. Seçim giderleri enflâsyonu körükledi. ABD kaynaklı kriz borsaları sarstı, ekonomiye bakalım tümüyle nasıl yansıyacak?
Enerjide dışa bağımlılık sürüyor. Sermaye kaçışları tehlikeli boyutta. Riskler arttıkça önlem düşünülmez mi?
Zırhlı muhafazakârlık silâhlı saldırıya uzanan azgınlık biçiminde kabuk değiştiriyor. Sarsıntı geçiren kapitalist sisteme yönelik tehditler yayılıyor ve artıyor. Korkan ABD bastırıyor. Doyumsuz sermaye her yeri, her şeyi yutmaya çalışıyor. Terör bahanesiyle ABD hırslarını ve hayallerini gerçekleştirecek atılımlara başladı. BOP en uygun strateji ve araç sayılıyor. Küreselleşme birçok aydını ve siyasetçiyi etkilemekten öte esir aldı.
Batı sözde ve biçimsel demokrat. Lâiklikle demokrasiyi karşı karşıya getiren bir ülke demokrat olamaz. Lâiklik demokrasinin de kaynağıdır.
Türkiye’de işporta demokrasisinin, göreceli demokrasinin yandaşları daha çok medyada yuvalanmış durumunda. Aklı bırakıp yağmur duası, her şeyi Allah’a bırakma alışkanlığı öğütlüyorlar. Kimi de kendini bir şey sanarak katılmadığı görüşlere karşı “Bence öyle değil” diyerek kestirip atıyor. Anayasa hukukçusu olmayanı uzmanıymış gibi övüyor. “Sen kimsin?” denilmiyor. Karşıdevrim şakşakçıları iktidarla sarmaş dolaş. Küstahlık beceri mi sayılıyor? Görüşlere değil, kişiliklere karşı çıkarak saldıran “sahibinin sesi” sayısı kabarıyor.
Susuzluğun sorumluları sırıtıyor. Ne ki akla aykırı Tanrısal dayanağı yoktur. Onarılması güç ya da olanaksız durumların yaşanmamasını her konu için diliyorum.
Çölaşan Olayı
Soruşturulup kovuşturulması gereken çirkin bir yayını köşesinde eleştirdiği gün değerli gazeteci Emin Çölaşan’ın Hürriyet gazetesiyle ilişkisinin kesilmesi çok anlamlıdır. Basın özgürlüğünün sözde kaldığının en somut kanıtlarından biridir. Durumu açıklamaya çalışan Genel Yayın Müdürünün “Kişi hakları, hakaret, takıntı gibi konularda daha titiz bir yayıncılık sürdüreceğiz” sözü kendisi için geçerli olmasa gerek. Bu ilkeye uymadığı yargı kararıyla saptandı. Emin Çölaşan, Hürriyet’te okuduğum birkaç yazardan biriydi. Birçok okuyucusu üzüntüsü ve kınamasını açıkladı. Yazılarını başka bir gazetede sürdüreceğinde duraksanamaz. İktidara hoş görünme çabasının nerelere uzandığı ibretle izleniyor. Basın tarihi çok şeyleri sorumlularıyla anlatacaktır. Karşı görüştekilere dolaylı bir uyarı nitelikli gerekçe, asla inandırıcı değil.
Öneri
Jülide Gülizar’ın “Onlar da İnsandı” adlı kitabı ile Osman Oy’un “Yorumsuz” adlı kitabını okuyucularımıza salık veriyorum. Öncekinde Cumhurbaşkanlarıyla ilgili anılar, ikincisinde ******’le ilgili bilgiler var.
Yekta Güngör Özden (Türksolu)