Bilgi ve Tartışma Platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Curcuna

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Türkiyem




Mesaj Sayısı : 245
Kayıt tarihi : 01/06/08

Curcuna Empty
MesajKonu: Curcuna   Curcuna EmptyPerş. Haz. 05, 2008 10:52 am

Curcuna

Uzay çağında toplumsal ilkellik belirtisi olayların içinde, yüzüyoruz. Karşılaştığımız durumların çoğu Türkiye’mize yaraşır olmaktan uzak. Özellikle siyasal bağlamdaki çekişmeler, tartışmalar ve karşıtlıklar demokrasiden birşey anlamadığımızın canlı göstergesi biçiminde birbirine ekleniyor. İktidarın direnmeleri, muhalefetin iç kavgaları, halkımızın çektiği ve günden güne ağırlığını artıran güçlükler. İktidar yandaşlığı açık medya kesiminin yanıltıcı çabaları gerçeğe ulaşmamızı engelliyor. Hukukçuların değişik nedenlere bağlı değişik görüşleri de kimseyi doyurmuyor. Bir karışıklık, bir karmaşa sürüyor, kimse kimseyi dinlemiyor. Tayyip bülbülleri 21 Ekim şarkısı söylüyor.

Baskılar-dayatmalar

Türkiye’yi sevmeyenler-sevemeyenler, Türkiye karşıtlarının çağrısı üzerine ya da kendiliklerinden yurtdışından gelerek yıkıcı-bölücülerle şeriatçı, ırkçı, darbeci Kürtçülere destek gösterisine girişiyorlar. Sakıncalı, zararımıza ne varsa yanlarında yabancı militanlar var. Başka önemli olaylara ilgisizler. Rektör, yargıç, hekim, mühendis, işçi, öğrenci, memur, asker yargılanırken kılları kıpırdamayan Avrupalılar; çözümlenmesi beklenen önemli sorunlar için suskunluklarını sürdüren yabancılar işlerine gelen entüpüftan konularda gözlemci, danıştan denetçi kesilerek Türkiye’nin içişlerine karışıyorlar. Genelkurmay Başkanı’nın siyaset değil görevi gereği olan görüşlerine karşı çıkıp Türkiye düşmanlarını tutuyorlar. Silâhlı Kuvvetlerin siyasete müdahalesi yorumlarını yapıp demokrasi sömürücülerini -eleştirecek yerde- kışkırtıyorlar. Kara Kuvvetleri Komutanı’yla Genelkurmay Başkanı’nın katıldığımız görüşlerinden rahatsız olan sözde dostlar baskılarına, dayatmalarına hız verdiler. Abdullah Gül’ü Strazburg’a çağıran Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Başkanı Van der Linden “Askerin siyasal rol üstlenmesi kabûl edilemez” derken Bn. Roth da Kürtçülerin Meclis’ten kovulmak istendiklerini ileri sürüyor. Ama hiçbirisi biçimsel demokrasinin, lâikliği dışlayıp ya da kâğıt üzeride bırakıp ılımlı islâm savıyla dinci diktatörlüğe geçişe kalkışmalarını eleştirmiyor. Ümmet düzeni, şeriat uygulamaları, Ramazan manzaraları, oruç tutmayan ve tutamayanları dövmek, kültürel farklılık adı altında ırk ve inanç ayrımcılığını tırmandırmak, terörü yaymak, tarikat ve cemaat yapılanmasına çalışmak, işsizlik, üniversite özerkliği, yargı bağımsızlığı onları asla ilgilendirmiyor. Ama düşünce özgürlüğü adı altında Türklüğe hakaretin serbest bırakılmasını istiyorlar.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde konuşan Abdullah Gül’ün sorulara yanıtlarındaki tutukluğu ve zayıflığı dikkat çekici. Avrupalıların ikilemleri, taraf tutmaları, sözlerinde durmamaları, oyalamaları, Türkiye karşıtlıkları konularında güçlü çıkışlar, etkin eleştiriler yapamadı. Ödün verici biçimde konuştu. Gezinin en olumsuz yanı sıkmabaşlı eşini uluslararası protokole sokması idi. Yalnız Batı’nın değil, tüm dünyanın gözünde Türkiye artık bir islâm devleti olarak nitelendiriliyor. Lâik ve modern Türkiye, ülkesi, ulusu ve devleti için beklenen davranışı göstermeyen kişiler yüzünden yanlış tanınıyor. Özveri değil, doğal bir gereksinim cumhuriyetin niteliğine uygun Cumhurbaşkanı eşi olarak toplum karşısında ve içinde bulunmaktır. Seksen yıllık kanıyı olumsuzluğa dönüştürmek kimsenin hakkı ve haddi değildir. 27 Eylûl’de İstanbul ****** Havalimanı apronunda namaz kılan cüppeli ve kara çarşaflılar Türkiye’nin yüzünü kararttılar. Millî Eğitim Bakanlığı’nın sıkmabaşlı küçük öğrencilere bulduğu bahane gibi buna da bir bahane bulacaklardır. Yavaş yavaş alıştırıyorlar.

Malezya-İran-Afganistan

Asya’nın güneyinde, Türkiye’nin yarısı büyüklüğünde, 25 milyon nüfusunun yarısından biraz fazlası Müslümanlardan oluşan Malezya’nın ülkemizden birçok farklılıkları olmakla birlikte ekonomik çabalarının başarıya ulaşması sonucu kimi ilerledikleri alanlar da var. Temelde ve genelde benzetilmesi olanaksız iki ülkenin son günlerde Türkiye’deki dinci açılım nedeniyle yan yana getirilmesi dinciliğe kayış ve köktendinci yaşam biçiminin giderek artması, dinci baskıların yaygınlaşıp güç kazanmasıdır. Yöneticilerimizin tersini savunmalarına karşın ülkemizin Malezya ile yetinmeyeceğini gösteren olumsuzluk belirtileri birbirini izlemektedir. Aydınları böyle dağınık ve birbirine karşı, siyasetçileri aymaz kimi insanları çıkarcı ve değerbilmez oldukça İran da olunur, Afganistan da. 21 Ekim halkoylaması bu kuşkuyu haksız çıkarırsa mutlu oluruz. Örnek gösterilen Türkiye niçin kötü örneklere bağlansın?

Niye inkâr ediliyor? Giysi ve sıkmabaş yönünden Malezya’yı geçeli yıllar olmadı mı? İstanbul’un kimi semtleri, giderek Ankara’nın cadde ve sokakları, kimi il ve ilçelerimiz kadın giyimi yönünden köylerden bile geri değil mi? Malezya nüfusunun çoğunluğu Müslüman ama Hintliler, Çinliler, Pakistanlılar, başka ülkelerden olanlar da var. Türkiye’nin büyük çoğunluğu müslüman. Beklenen, anayasal destek. Onu sağlarlarsa dincileri kimse tutamaz. Baksanıza “Liberaller AKP tabanının istemlerini evrensel özgürlükçü dile çevirerek meşrûlaştırıyor” diyen teorisyenleri(!) var. Bağımsızlığı, özgürlüğü, evrenselliği, modernleşmeyi, dili, meşrûiyeti (geçerliği) yozlaştıran bu amaçlı kötü görüşler, geleceğimizin nasıl çizilmek istendiğinin kanıtıdır. Kadınlarımız daha önce dinsiz ve ahlâksız mıydı? Ayıp.

21 Ekim halkoylaması

IMF ile bağlarını kopardıktan sonra ekonomik gelişmesi hızla ve gerçekçi biçimde büyüyen Arjantin yanında Türkiye dış ticaret ve câri açıklarıyla, ikiye katlanan borçlarıyla hiç içaçıcı bir görünüm vermiyor. Ustaca bir gündem değişikliğiyle en önemli sorunların çözümü bırakılıp gereksiz bir anayasa tartışması sürdürülüyor. Abdullah Gül’ü Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçtiremeyen iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin kararını çirkin biçimde eleştirdikten sonra kızgınlıkla bir Anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasına neden oldu. Anayasal tümlüğü, ilgili organların ilişkilerini, ilgili kurallarla uyumu gözardı eden anayasa değişikliği, seçmeni aldatan “Doğrudan demokrasi, Cumhurbaşkanını artık halkımız seçecek” sloganlarıyla savunulup dayatılıyor. Halkoyuna tümü sunulan 5678 no.lu Yasa’nın geçici 19. maddesi bu yasanın kabûlünden sonra 11. Cumhurbaşkanı seçiminin yapılacağını söylerken, Başbakan da 12. Cumhurbaşkanı için uygulanacağını söylüyor. Başbakanın sözüyle Yasa kuralı, kabûl edilirse ulusun istenciyle yürürlüğe girecek Anayasa kuralı çelişiyor. İktidar, kendi kusurunu Yüksek Seçim Kurulu’na ve hukuka aykırı biçimde kaldırtmak istiyor. Oysa Anayasa değişikliğini öngören bir yasa ile çarpıklığı düzeltip uygulamanın 12. Cumhurbaşkanı seçimi için olacağı belirtilerek zaman yitirten tartışmalara son verilebilir. Başbakan ne Meclis, ne Anayasa, ne de yasadır. Sözü ancak kendini ve kendi gibi düşünenleri bağlar. Hükûmet ve partiler anayasa değişikliği de öneremez. Anamuhalefetin uzattığı eli tutup anayasal sorun giderilmelidir. Tersine tutum, ilkelliği çağrıştıran inat ve zıtlaşma şimdi TBMM’ce 28.8.2007’de seçilen Cumhurbaşkanını güç durumda bırakır, değişik söylemlere, görüşlere, öneri ve eleştirilere neden olur. Cumhurbaşkanının konumu, katın özelliği ve saygınlığı gözetilerek bu tutarsızlıktan kaçınılmalıdır. Ama onlar tatili yeğliyor. Halkoylaması sonucu yerine getirilmeden onu geçersiz kılacak hiçbir düzenleme yapılamaz.

Ilımlı İslâm gösterileri

Anayasa Mahkemesi, siyasal parti hesaplarını denetlerken dini siyasete âlet ederek iftar yemeği veren bir siyasal partinin iftar masrafı tutarındaki parasının Hazineye gelir yazılmasına karar vermişti. 1961 Anayasası dönemindeki bu duyarlığın hukuksal dayanağı sonradan kaldırıldı. Cumhurbaşkanı Gül, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde şehit aileleriyle gazetelere iftar yemeği verdi. Lâik bir hukuk devleti niteliğiyle bağdaşmaz bu tutum, şirin görünme çabası kadar dinsel yandaşlık ve dinci tırmanmanın da bir göstergesidir. Hakkındaki olumsuz söylentilerin doğru olmadığını kanıtlamak çabasıyla Abdullah Gül’ün konuşmaları, tutumu, eşinin sıkmabaşlı olarak yanında bulundurması değişmediğini, değişmeyeceğini göstermektedir. Gönül almak için verdiği iftar yemekleri öyle. İftar yemeğini dışarıda kişisel olarak verebilirdi. Duygu sömürüsüyle hiçbir yere varılmaz. Şehit ailelerini ve gazilerimizi devletin temsil ettiği katta ağırlamaktan önce şehit vermeyi önleyecek çabalar gerekir. Irak’la imzalanan zorunluyu dışarıda bırakan anlaşma ortada. Şırnak kıyımı, İzmir saldırıları yine yürekleri yaktı ama yüzler kızarmıyor bile. Ayrıca bölücü yıkıcıların adamları, Kürtçüler kapalı biçimde savu-nuluyor. Bu destek de sayılabilir. Başbakanın Apo’yla bir tutulmasına ses çıkarılmıyor.

On yıldan fazla oldu. İstanbul Barosu ile Avrupa Barolar Birliği’nin eski Çırağan Sarayı’nda ortaklaşa düzenlediği hukuksal etkinliğin “Lâiklik” bölümünün benden istenen yöneticiliğini yaparken konuşmacılardan Cezayir’li Bayan Bakan’ın şu sözlerini dehşete kapılarak dinlemiştim: “İşte elimdeki dosyada size gösterdiğim renkli fotoğraflar. Cezayir’de mâsum isteklerle başlayan köktendinciliğin yaptığı kıyımlar. Siz bütün müslüman çoğunluklu ülkeler için örneksiniz. Size bir şey olursa hepimize olur. Lütfen çok dikkat ediniz, dincilik lâik düzeninizi bozmasın.” Kadın ülkesine döndükten bir hafta sonra dinciler öldürdü. Dinci ve azınlıkçı terörü bir an olsun unutmayalım ve gözardı etmeyelim. Köktendinci Hıristiyan destekçileriyle liberal yaftalı-etiketli dönekler, sapkın ve terbiyesizler yalanlarını ve yaygaralarını sürdürüyor. “Anayasa’yı istemeyenlerle Malezya örneğine değinenler darbeciler, askerciler, lâikler, ******çülerdir” diyerek. Bu saldırı tam bir ahmaklık çıkışıdır, gerçek yurtsever aydınlara, yargıya, üniversiteye, halkın büyük bir kesimine hakarettir. Ülkemizin sürüklendiği durumu anlamayanların, anlamak istemeyenlerin iktidar dalkavuklarının herkesi kendileri gibi sanmasının örneğidir. Avrupa organlarının kararları, Avrupalıların kararlılıkları belli iken sıkmabaşı eğitim özgürlüğüne engel göstererek takıntılarını yineleyenler, devlet yapısını, hukuk ve yargı gereğini, eğitim özelliğini unutmaktadırlar. Askerî okullara, polis okullarına, yargıya, sağlık kuruluşlarına (zaten göz yumuluyor) da sıkmabaş serbestini isteseler ya.

Not: Bu yazı son Anayasa değişiklik önerisi verilmeden 3 Ekim 2007 tarihinde yazılmıştır.

Yekta Güngör ÖZDEN - TÜRKSOLU
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Curcuna
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bilgi ve Tartışma Platformu :: Kültür,Sanat ve Kitap :: Usta Kalemler :: Yekta Güngör Özden-
Buraya geçin: