(öyle duyardık: iki kişiydiler, Londra'daydılar. İkisi de şair, ikisi de 'kolejli'; ikisi de, 'Millî Şef' CHP' sinin 'veliahtları'ndan sayılıyor: Bülent Ecevit ve Can Yücel; önceki Fahri Ecevit' in, sonraki Hasan Âli Yücel' in 'mahdûmu'dur. 1949/1950 arası mıdır, sonrası mıdır kestiremiyorum; ayıptır söylemesi, biz Nâzım Hikmet' in kurtarılması için, Paris' lerdeyiz.
CHP, faşizan ve totaliter 'sağcılık'tan, 'lâik ve demokrat' 'ortanın solu'na kaymaya yelteniyor; bu sâyede, bu 'iyi yetiştirilmiş' veliahtlara, 'siyasi kariyer' yolu açılacaktır; sanırım Metin Toker yazmıştı, yanlış hatırlıyorsam düzeltsin: CHP' den onu 'meb'us' yapmaya gelirler; o, oldum bittim gazeteciliği yeğlediği için, o sıra Ulus' ta çalışmakta olan Bülent Ecevit' i önerir; bir manada, hanidir çektiğimiz Ecevit 'tahribatı'nın 'müsebbibi' odur.
60' lı yıllarda, Batı' da tartışılan 'Özgür Sosyalizm' hareketine paralel bir 'demokratik Sol' un, CHP' de uç verdiği görülmüştür: katılımcı ve özyönetimci bir Sosyalizm' in benimsenmesi miydi; -ki öyle sanılmıştı; üstelik bu Gâzi dahil bütün Solcu Kemalistler' in ruhunu şâd ederdi-; yoksa İnönü 'ekolü'nün öteden beri yaptığı üzere, 'Sol' u ve 'Solculuğu' kültür düzeyinde algılayan, yüzeysel bir solculuk muydu? İkincisi olduğu, çabuk anlaşıldı: bunlar irticaa karşı lâiklik solcusudur; sermayeye karşı, emek solcusu değil: ikincisini önlemek için, birincisini öne çıkarırlar; günümüzde holding media'sının, CHP'yi ve DSP'yi 'solcu' sanması da bundan!
5 Haziran ertesinde (1977) Ecevit' in 'solculuğu'nu (!) anlayan anlamıştı ya; aynı amaca 'programlanmış' media yüzünden, gerçeği halka nasıl anlatacaksın? Kendime göre, Dünya' daki yazılarımda, bunu yapmaya çalışıyordum; okundukça görülecektir ki, Ecevit'te tesbit edilen 'başkalaşma', yıllar içinde oluşmuş bir 'mahiyet' farkı değildir, sadece 'derece' farkıdır: o, o zaman da 'bu' Ecevit idi...)
Hiçbir şey değişmemiştir...
''...5 Haziran Seçimleri' nde, dahil olduğumuz Emperyalist 'Sistem', ne bekliyor demiştik; Batı savunma sistemine, değişmez bağlılık; Yunanistan'la ilişkilerimizde ve Kıbrıs Sorunu'nda, 'esneklik'; ekonomik sorunlarımızda, Batı'yla 'uzlaşma'; en kalın hatlarıyla, böyle özetlenebilir sanırım. Şimdi şu satırları okuyunuz ve tadına varınız: ''...Batı ile olan yoğun ilişkilerimiz, ilerlememizin, sosyal, kültürel ve uygarlık yönümüzün vazgeçilmez parçasıdır; bu da, değişmeyecektir.'' Evet, tahmin ettiğiniz üzere bu sözleri, Alman gazetesi Die Zeit' a verdiği demeçte, Ecevit söylemiştir. Ne demek mi oluyor? Anlamı üstünde, bir CHP Hükümeti söz konusu olursa, bu hükümet Türkiye' yi 'Batılı Çizgi'de tutmayı iş edinecek!..''
''...Ecevit' in Die Zeit' a söylediklerinde, 'Batılı Savunma Sistemi' ne bağlılığımız konusunda da, ilginç sözler yer alıyor; sözgelişi şunlar: '...biz dış politikada serüvenler peşinde değiliz. NATO üyeliğimize ve uluslararası yükümlülüklerimize ters düşecek hiçbir girişimde bulunmayacağız. Bütün komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışmakla beraber, güçler dengesini tehlikeye sokabilecek davranışlardan (Sovyetler' le 'dostluk belgesi' gibi davranışları kastediyor) uzak duracağız. Türkiye, Dünya politikası ve uluslararası stratejik çıkarlar bakımından bir kavşak noktasında bulunmaktadır. Bu bakımdan NATO' dan çıkmayı düşünemeyiz...'...''
''...peki, hiç mi kayd-ı ihtirazisi yok? Var! 'NATO' nun bizi, komşularımızla 'yabancılaştırmamasını'; ulusal güvenliğimizin 'tek yönlü olarak, ABD' ye bağlı kalmamasını; Türkiye' den Batı' nın mızrağı olmasının istenmemesini' öne sürüyor. Açıklamadığı, otuz yılda Türkiye'yi kıskıvrak pençesine almış bu Batı'lı ittifak 'sistemine', bu öne sürdüklerini nasıl 'kabul ettirebileceği'! İktidar olduğu takdirde, zamanla göreceğiz...''
'Al gülüm ver gülüm' kokusu mu?
''...gelelim Yunanistan' la ilişkiler konusuna! Bakın The Economist bu konuda neler yazıyor: '... Türkiye' ninn müttefikleri, Kıbrıs Sorunu' nu çözümlemeye, Yunanistan' la Ege anlaşmazlığını halletmeye, NATO ve AET ile ne gibi ilişkiler istediğini kararlaştırmaya istekli bir Türk hükümeti görmeyi arzulamaktadır...' Bu arzuya, Ecevit' in cevabını, bir başka Alman gazetesine ('Die Welt') ve Associated Press Ajansı'na bakarak bulacağız: '... Türkiye ve Yunanistan' ın anlaşmak istediklerine kaniim. Bu yönden bazı atılımlara girişmek ve gerekirse Yunan Başbakanı Karamanlis ile direkt diyalog kurmak amacındayım...' Karamanlis, Ecevit' in, belki dışardan pekiştirilmeye gereksinim duymaksızın, iktidar olabilecek gibi göründüğü günlerde, bu sözlere şu cevabı yetiştirmiştir: '...yeni hükümetin, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların, onurlu bir biçimde çözüme ulaşması için bizimle müzakere edecek güce ve cesarete sahip olacağını umuyorum'...''
''...evet, havada bir 'al gülüm, ver gülüm' kokusu hissedilmektedir; hele şimdi aktaracağım, iki ayrı gazeteden, iki ayrı görüş de başka bir açıdan değerlendirilirse!.. Bunlardan birincisi, CHP' nin Yunanistan' daki 'muâdili' geçinen, Papandreu' nun Sosyalist Partisi var ya (PASOK), onun gazetelerinden birisidir; dediği aynen şu: '...Türk/Yunan ilişkilerinin geleceği Ankara' da değil, Washington' da, Pentagon ve CIA merkezlerince saptanmaktadır.'
Ya ikincisi mi?"
'Amerikan formasyonu' ne demek?
Ünlü Le Monde' u bilirsiniz, gazetenin Türk Seçimleri öncesinde yayımladığı iki uzun yazıyı, bizim gazeteler neden atladılar; hiç merak etmiyor musunuz? Atlamayan ve yazının hemen tamamını aktaran tek gazete ('Politika') ; şimdiye değin Le Monde' un her dediğine, tanrı kelâmı gibi inanırken; bu defa nedense şöyle bir notla yayımlamak gereğini duydu: 'Le Monde' un değerlendirmeleri, Türkiye' yi, Fransa' nın ve Avrupa' nın çıkarları açısından, değerlendirme eğilimini taşımaktadır, vs...' Buna neye gerek görüldüğü, ancak Noblecourt' un yazısında, CHP' den ve Ecevit' ten söz ederken söylediği, şu tertip sözler okununca anlaşılmaktadır:
'...(Demirel gibi) Bay Bülent Ecevit de, -sonradan kendisine Kıbrıs' ta ikinci Barış Harekâtı' na izin veren-, Bay Henry Kissinger' in öğrenciliğini yaptığı Harvard' da, bir 'Amerikan formasyonu' almıştır. Daha önce, Savaştan sonra bulunduğu, Londra' da da, İngiliz Labour Party' nin 'sol kanadının' etkisinde kalmıştı. 1972'de, partinin denetimini elinden alacağı, İnönü' nün kolladığı Bay Ecevit, bu etkilerle, CHP' yi Küçük Burjuvazi'ye, çiftçilere ve devrimci olmaktan çok reformcu olan, işçi sınıfına dayalı, bir 'merkez sol' partisi haline getirdi...'
Bu doğrultudan bakınca, Batı' lıların, (özellikle Amerikalıların ve Yunanlıların); neden bir CHP iktidarı istedikleri, biraz daha aydınlık görünüyor, değil mi?..'' (Dünya, 24 Haziran 1977).