Attilâ İlhan’la Galiyev ve Türk devrimi üzerine
Attilâ İlhan, Türk kültür ve edebiyatının çok yönlü kişiliklerinden. Roman, şiir, deneme, hikaye, hatıra ve çeviri alanlarında 50’ye yakın kitabın yazarı olan İlhan, geniş ilgi alanı ve zengin kültür birikimiyle Sovyetler Birliği tecrübesi ve sosyalist hareketlere ilişkin ilginç tespitlerde bulunmuştur. Konunşmamızda yazarın yeni çıkan “Avrasya’da Dolaşan Hayalet” adlı kitabı ve Sultan Galiyev’in görüşlerinin Türk Kurtuluş Savaşı’nın önderi Gazi Mustafa Kemal’in görüşleriyle benzerliği üzerine konuştuk.
Mustafa Armağan: Son kitabınız Avrasya’da Dolaşan Hayalet: Sultan Galiyev’de Galiyev’in görüşlerini eksene alıyorsunuz. Galiyev’in görüşlerinin büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal’in görüşleriyle paralellikler arzettiğini iddia ediyor ve Galiyevcilikle Kemalizm’in Avrasya’da bundan sonraki gelişmeler için bir çıkış yolu olabileceğini söylüyorsunuz. Görüşlerinizi kısaca özetler misiniz?
Attilâ İlhan: Sovyetler Birliği’nin dağılması bütün sistemi değiştiren gerçekten de çok önemli bir olaydır. Ortaya çıkan, yeni bir durum değildir aslında. Yüzyılın başındaki durum da aynıydı: Çarlık çökmüş, Orta Asya serbest kalmıştı; öte yandan Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, biz serbest kalmıştık. Şimdi nasıl Avrasya’yı ele geçirmek için Rusya, Amerika ve Avrupa, hatta Japonya birbirlerinin gırtlağına çöküyorsa, o zaman da çöküyordu. Şimdi nasıl Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği bizi kullanmayı aklına koyduysa, o zaman da aynı şeyi yapıyorlardı. “Eyvah! Türkler Bolşeviklerle anlaşıyor, işler karışacak, onlara sahip çıkalım” diye bir kaygıları vardı İngilizlerin. İtiraf edelim ki başardılar ama ne oldu neticede? Avrasya Rusya’ya gitti. Şimdi ne oluyor? Yine benzer bir şey oluyor.
Türkiye’nin bu konuda en vahim hatası, Orta Asya’daki Türkler ve Müslümanlarla ilişkilerinde Türk ve Müslüman özelliklerinden ziyade, Batılı özelliklerini ön plana çıkarmasıdır. Biz oraya Batılıymış gibi gidiyoruz. Onlar da bunu çok istiyorlar zannediyoruz.
Aradan geçen o karanlık yıllar boyunca Avrasya halklarını hiç tanımamışız. Ruslar hakkında Soğuk Savaş önyargıları dolayısıyla hiç bir fikrimiz yok. Bir kısmımız için Ruslar onları ezmiş, parçalamış, ruhlarını satmış, rezil etmiştir. Bu yüzden de 1990-2000 arasındaki 10 senede, başlangıçtaki Türk kredisini iyi kullanamadık. Onlar bizden veremeyeceğimiz kadar fazla şeyler beklediler. Gittik, övündük, yapamayacağımız şeyleri söylemek hatasına düştük. Bu yüzden de son zamanlarda bağımsızlığını kazanmış olan Müslüman-Türk ülkeler daha fazla yakınlaşıyorlar Rusya’ya. Askeri himaye bile beklemeye başladılar Ruslardan.
Bunun olmaması için ne lazımdı? Bana sorarsanız, bu noktada Galiyev, yani “Avrasya’da dolaşan hayalet” ortaya çıkıyor. Benim düşünceme göre Lenin, Troçki ve Stalin daha uzak görüşlü olsalar ve Galiyev’i bir düşman gibi görmeyip onunla işbirliği yapsalardı, sosyalizmin Orta Asya ve Avrasya’da kökleri daha sağlam olacaktı. Dağılma yine olacaksa da, bu dağılmadan Türk-Müslüman kavimler hem birlik halinde, hem de daha güçlü çıkacaklardı. Çünkü nereden bakılırsa bakılsın Vahidov’la Sultan Galiyev’in önerdikleri projeksiyon, netice itibariyle Gaspıralı İsmail Bey’in (Gasprinski’nin) bütün Türkler için önerdiği esaslardan farklı değil. Ne diyor Gasprinski? “Bütün Türkler dilde, işte ve kültürde birlik olmalı”. Dikkat ederseniz “din” demiyor? Bu özellikle Türkçüler açısından son derece önemli bir şey, çünkü bizdekiler işe dini karıştırdılar. Türklerin birliğine dini karıştıramazsınız çünkü Yahudi Türkler vardır, Hıristiyan Türkler vardır.
Peki Galiyev ne diyor bu konuda?
Galiyev’in dediği bundan farklı değil. Troçki ve Lenin’le konuştukları zaman ortaya çözüm, “Kırım ve Buhara Hanlığı’nı -ki bunlar Müslüman ve Türk hanlıklarıdır- birleştirelim, Sovyetler Birliği’ne Turan Sosyalist Cumhuriyeti olarak katılalım”. Bu son derece mantıklı bir teşebbüs. Türkleri dilde, kültürde birlik yapıyor, birleşildiği takdirde ortak tarafları daha çok ortaya çıkacak, belirli bir ekonomik birlik haline gelecek ve belirli bir kültürü geliştirecekler. Buradan baktığınız zaman Galiyev’in tavrı Mustafa Kemal Paşa’nın tavrına son derece benziyor. M. Kemal Paşa ne diyor? “Osmanlı İmparatorluğu’nun bize ihanet altında bulunan bölümlerini istemeyiz” diyor. İmparatorluk içinde büyük çapta Araplar var. Anadolu’yu sınır olarak çiziyor, burada Türkler var, esas olan bunlardır, diyor. Kültür birliğini, ekonomik birliği, cumhuriyeti, sosyalizmi düşünüyor. Fakat bana sorarsanız, ikisinin bence 20. asrın en uzak görüşlü politikacıları olmasına sebep, aslında başka bir şey. Galiyev’in de, M. Kemal Paşa’nın da dünyadaki en büyük sorunun Batı ile Doğu, daha doğrusu gelişmiş emperyalist ülkelerle mazlum halklar arasındaki bir çatışma olduğunu söylemeleri.
“Mazlumlar enternasyonali” fikri de buradan çıkıyor galiba.
Galiyev o kadar ileri gidiyor ki: ‘’Batılı ülkelerde işçiler, sosyalistler iktidara geçseler dahi durum değişmeyecektir. Onlar Doğulu halkları sömürmeye devam edeceklerdir” diyor. Bunda haklı da çıkmıştır çünkü İngiltere’de sosyalist İşçi Partisi iktidar olmuş ancak hiç bir şey değişmemiş, İngiltere İmparatorluğu gene dünyayı sömürmeye devam etmiştir. Gazi de dünyadaki asıl büyük sorunun yoksullarla varsıllar arasındaki büyük çekişme olduğunu, Batılı ülkelerin Doğulu ülkeleri sömürdüğünü ve asıl, emperyalizme karşı savaş vermek lazım geldiğini söylüyordu. Bunu Türkiye’nin Bolşevik olmasını öneren Sovyet liderlerine de söylemiştir. Ona soruyorlar: “Siz komünist misiniz?” ‘’Evet burada bir Komünist Fırkası var, ben de ona üyeyim” diyor. Meclisin içinde Yunus Nadi ve Tevfik Rüştü bu adla bir fırka kurmuşlar. Fırkanın kurucusu da kendisi. “Bolşevik olalım” eğilimi Türkiye’de o zaman son derece yaygın. Gazi’nin cevabı ise çok nettir: ‘’Biz bir şûra düşüncesi içerisindeyiz fakat Türkiye’de Bolşeviklik olmaz, çünkü işçi yok. Çünkü biz sanayileşmiş değiliz, işçi olmadığına göre kiminle yapacaksın Bolşevikliği? Bu olmaz, biz bütün bir halkla beraber yapma taraftarıyız”. Kafasında bir “halk cephesi” düşüncesi vardır. Halk Fırkası’nı da böyle bir mantıkla kurmuştur. Onun kafasındaki Halk Fırkası, halkın bütün kesimlerini, bütün yoksulları, bütün çaresizleri, mazlumları toplayan büyük bir siyasi hareketti.
Gazi, daha çok Fransız İhtilalinin prensipleri doğrultusunda hareket ediyor, Galiyev ise sosyalist ihtilal çerçevesinde bir mücadele veriyor. İkisinin de birleştikleri nokta, dünyanın en büyük çelişkisinin gelişmiş denilen emperyalist ülkelerle mazlum milletler arasındaki çelişki olduğudur. Bundan kurtulmanın tek yolu da mazlumların birleşmesidir. Mazlumlar bir araya gelirse, sömürü düzeninin çarkı bozulur. Aksi halde Batıda sosyalizm olsa dahi hiç bir şey değişmez. Çünkü Batıdaki işçi sınıfı da sömürgecilikten payını alıyor. Fransa Afrika’nın yarısını, Hindiçin’i sömürüyor. Buradan para giriyor ülkeye. Bu gelir dolaylı yollardan işçi sınıfının cebine giriyor. Öteki ülke işçilerine nazaran Fransız işçileri daha fazla ücret alıyorlar, bunun için de hallerinden memnunlar. Bu konuda Mustafa Kemal de, Sultan Galiyev de haklı çıkmıştır.
Bu durumda Ruslarla neden anlaşamıyorlardı?
Ruslarla anlaşmaları zaten mümkün değildi. Menşevikler ve Bolşevikler olmak üzere iki ayrı hizip vardı Komünist Partisi’nin içinde. Bolşevikler daha solda görünür, Lenin taraftarıdır, Troçki’nin içinde bulunduğu gruptur. Bolşevikler hiç bir zaman seçimle iktidara gelebilecek kadar güçlü bir parti değildi. Bir çok insan bilmez, devrimden sonra yapılan seçimi Bolşevikler kaybetmiş, Lenin de seçimi iptal etmiştir. Kaybetme sebepleri ise diktatoryal bir idari sistem kurmuş olmalarıdır.
Pek bilinmeyen bir husus daha vardır: Komünist Enternasyonal ile Moskova aynı şey değildi başlangıçta. Komünist Enternasyonal, Sovyet İhtilali’ni destekleyen öteki komünist partilerin de katılımıyla ortaya çıkan bir örgüttü. Bu örgütün geleceğiyle ihtilalin başlangıçtaki yönetiminde Rusya’da iki büyük mazlum hareket rol oynuyordu: Yahudiler ve Müslümanlar. Bolşevik Partisi’nin ihtilali yapan merkez komitesinde 7 Rus Yahudisi vardır. Daha enteresanını söyleyeceğim: Komünist Enternasyonal’in ilk Genel Sekreteri Zinovyev, Yahudidir. Daha da ilginç olanı ise Zinovyev’in en çok işbirliği yaptığı ekibin, Müslüman Tatarlar olmasıdır. Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nı Zinovyev ve Galiyev beraber örgütlemiştir. Zinovyev’in Kurultay’da verdiği nutku okuyun, altına imzanızı atarsınız, tam bir “Avrasya nutku”dur. Ezilmiş mazlumların bir hareketi olarak görüyor Kurultay’ı. İpler, özellikle Lenin’den sonra yavaş yavaş Stalin’in eline geçmeye başlıyor. Bundan sonra ise sanki eski Rusya diriliyor. Bu duruma ilk tepkiyi Galiyev gösteriyor. Fakat merkezdeki ekip, Stalin doğrultusunda tepki göstererek Galiyev’i desteklemiyor. Zinovyev ya da Troçki, daha sonra bu tutumun bir hata olduğunu itiraf ediyorlar ama iş işten geçmiş oluyor. Stalin önce Yahudileri, ardından da Müslümanları tasfiye ediyor.
Sovyetler Birliği 1936’dan sonra artık totaliter Büyük Rusya oluyor. Çarlık psikolojisi nüksediyor. Bu diktatörlüğün içerisinde Sovyet cumhuriyetlerinden sayılan Müslüman ve Türk cumhuriyetleri birleştirilecek yerde iyice birbirinden kopartıldılar. Bütün Müslüman-Türk halkları birleşerek Sosyalist Turan Cumhuriyeti’ni oluşturacakken, Orta Asya’dakiler dahi ayrı birer cumhuriyet haline dönüştüler. O kadar ki bu cumhuriyetlerin kullandığı alfabeler bile birbirinden ayrıldı.
Tam da burada Sultan Galiyev kimdir? sorusunu sormak istiyorum. Bolşevik devrimi sürecine nasıl katıldı, bir Müslüman-Türk olarak nasıl Komünist Parti’de bu kadar önemli mevkilere kadar yükselebildi?
Galiyev aslında bir öğretmen. Halk hareketi içindeki asıl Bolşevik Müslüman, Vahidov’dur, Vahidov, bildiğim kadarıyla Bolşevik harekete katılan ilk Müslüman Tatar Türklerinden. Hareketi geliştirmek isterken Galiyev’i buluyor. Burada bir noktanın üstünde durmak lazım: Onlar için başlangıçta bu hareket bütün mazlum milletlere bağımsızlığını kazandırmayı vaad ettiği için önem taşıyor. Bolşevikler açıkça “herkese hürriyet” diyorlar. Bu genel vaad Tatarları harekete geçiriyor. Asya Müslümanları arasında zihinsel ve entellektüel olarak en gelişkin düzeyde insanlar var onların arasında. Hatta aralarında “Türk-Tatar Cumhuriyeti dahi kurabiliriz” hevesiyle bu harekete dahil olanlar var. Bir çoğu başlangıçta Marksizmi bilmiyorlardı; hareketin içine girdikçe öğrendiler ve onu kendilerine göre yorumladılar. Galiyev ve Vahidov hareketin içinde sivrilmeye başlıyorlar. Sovyet Hükümeti’nde bakanlara “Komiser” deniyordu. Çarlık coğrafyasındaki milliyetlerle ilgilenen bir de Milletler Komiseri vardı ve o Stalin’di. Galiyev işte bu konumdaki Stalin’le birlikte çalışıyor, Müslümanları nasıl entegre edeceklerini tartışıyorlardı. Fakat daha sonra Stalin, Galiyev’i Pantürkist olmakla itham etmiştir Türkiye ile ilişkisi olduğundan dolayı.
Galiyev ile ilgili halk arasında bazı rivayetler var. Hepsinin kanıtlanması mümkün değil ama söylenenlere göre, Stalin’le arası açıldıktan sonra M. Kemal Paşa Galiyev’e haber göndererek Türkiye’ye çağırıyor. Galiyev’in cevabı çok manidar: ‘’Siz nasıl kendi ülkenizi orada kalarak kurtardıysanız, ben de onun için burada çalışacağım”. Bu tavır Galiyev’in ne kadar çaplı ve idealist biri olduğunu görmek için yeterlidir.