Her ülkede iyi insanlar da vardır, sayıları o ülkenin kültürüne bağlı. Nitekim Batı'da da, vahşi sömürgecilerine, soykırımcılarına karşı duranlar da çıkıyor. Anlaşılan bunlardan biri Velş asıllı dilci David Crystal. "Kembriç ('Cambridge') Dil ve Diller Ansiklopedisi" gibi eserleri var. Çeşitli dillerin sömürgeciler tarafından yok edilmesine karşı bilimsel yoldan uğraşıyor. Şu kitabı da o mealde: D. Crystal, "Dillerin Katli", Cambridge University Press, Cambridge, UK (2000). [Kitabın adını "Language Death" koymuş, ama kastettiği "Dillerin Katli"].
Kitapta anlatılanlar, 1970'ten beri, yıllardır Türkiye'de anlattıklarımızı, yazdıklarımızı [Bkz. O. Sinanoğlu, "Bye-Bye Türkçe", Otopsi Yayınları, İstanbul, (2000, 7.Baskı Mayıs 2002)] doğrular mahiyette.
Fiziki Ve Kültürel Soykırım
XVI. yüzyılda İspanyollar, arkasından İngilizler geldiğinde Amerika kıtalarının yerli nüfusu 100 milyon imiş; 200 yıl sonra bu 1 milyona düşmüş. (D.C., sf. 72). Bu, fizikî soykırım. Bir kavim toptan yok edilirse tabii dilleri de yok oluyor.
Ancak, bir de "kültürel soykırım" var. Kavim duruyor, ama dili kasıtlı bir şekilde yok ediliyor. O zaman bir köleler kalabalığı oluşuyor. Sömürgecinin istediği. D. Crystal, dillerin yok edilmesinde kullanılan araç ve yöntemleri inceliyor, sonra da bunlara karşı alınabilecek tedbirleri araştırıyor. İşin siyasî tarafını biraz üstü kapalı geçmeye çalıştığı belli; ne de olsa İngiltere'de oturuyor.
Kitle iletişimi çağında kullanılan araçlardan biri "ayarlı" basın-yayın; TV bilhassa önemli. Diğer bir dilci Michael Krauss ['Dünyanın bunalımdaki dilleri', Language (dergisi), Cilt 68, sf.4–10, (1992)], "TV kültürel bir zehirli gaz, sinir gazıdır" demekte.
Ezinlenlerin Dilini Yok Etmek İçin...
Batı'nın sömürgecileri, ezdikleri ahalinin dilini yok etmek için neler yapmamışlar ki:
Esir tâcirleri, Afrika'nın çeşitli bölgelerinden, dilleri değişik kabilelerden esirleri üçer beşer, aynı gemiye koyup Amerika kıtasına götürmüşler. Aynı dilden olanları kasten ayırmışlar ki, esirler arasında iletişim olmasın. Benzer olay Kuzey Amerika'da: Anglolar, dilleri farklı yerli uluslarından olanları aynı tehcir kampına doldurmuşlar; aralarında birlik, beraberlik olmasın, konuşamasınlar, hepsi İngilizce öğrenmek zorunda kalsın diye. (D.C., sf.82) .
Ortaöğretimde ulusal dilden eğitim kalmıyorsa, dil hızla yok olmaya başlıyor. Önce dilin kullanım alanı azalıyor. Buna "dilin folklorlaşması" diyorlar. Dil gittikçe zayıflıyor, ölüme mahkûm oluyor. Onun için sömürgeciler, eğitim dilinin tümüyle ulusal dil yerine sömürgecinin dili olması için her yola başvuruyorlar. Ülke resmen işgal altındaysa zorla. Değil de, hâlâ ulusta bağımsızlık duygusu, geleneği varsa, kukla hükümetleri [ve önemli mevkilere yerleştirilen gizli cemiyet üyelerini] kullanarak. (D.C., sf. 83,...).
Bir dilin yaşayabilmesi için halkın dilini sevmesi, her alanda kullanmak istemesi, onunla iftihar etmesi çok önemli. Onun için sömürgeci, halkta özellikle kendi dilini hor görme, aşağılama tavırlarını oluşturuyor. Bunu İspanyollar, (Mayalara, Azteklere) Orta Amerika'da; İspanyol ve Portekizler, Güney Amerika'da yapmış (hâlâ da yapıyorlar). Anglo-Sakson sömürgeciler de, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Asya'da, her gittikleri yerde (D.C., sf.84...). [Osmanlı Türk Devleti'nin dağıtılmasından beri bu lânetlenesi etkinlik Orta-Doğu'da, Fransızlar tarafından da Kuzey Afrika'da sürdürülüyor. Bunda, "ayarlı" basın-yayın ve onun köşe yazarlarının da yeri büyük].
Düğmeyle Yakalama "Yöntemi"!
Kenyalı yazar Ngugi va Thiong'o, "Aklın Sömürgeleştirilmesi: Afrika'da Dil Siyaseti" ('Colonizing the Mind: Politics of Language in Africa') (Currey, London 1986) kitabında, İngilizce ile eğitim yapan Kenya okulundaki çocukluk anısını şöyle anlatıyor: En aşağılayıcı durum, okulun civarında kendi dilini konuşurken yakalanmaktı. Yakalananın çıplak kıçına sopayla vuruluyor, veya boynuna, üstünde "BEN APTALIM", "BEN EŞEĞİM" yazan madenî bir levha asılıp ortalıkta dolaştırılıyordu. Bazan da, "suçlu"nun ödemekte zorlanacağı para cezaları kesiliyordu. Peki, öğretmenler "suçlu"yu nasıl yakalıyorlardı? Başta, öğrencinin birine bir düğme veriliyordu. O, ulusal dili konuştuğunu gördüğü bir öğrenciye düğmeyi verecek. Günün sonunda düğme kendisinde kalan öğrenci düğmeyi kimden aldığını ifşa edecek ve süreç zincirleme gidip gün boyunca ulusal dilini konuştuğu için düğme üstünden geçen tüm öğrenciler yakalanacaktı. İşte böylece ulusal dilin konuşulması engellendiği gibi, çocuklar cadı avına sürülmüş, muhbirliğe, ötesi, kendi toplumuna ihanet etmeye alıştırılmış oluyorlardı.
Türk Gençliğinde "Büyük Uyanış" başlamış olduğu için, yukarıdaki gibi örneklerin Türkiye'deki yabancı ya da yerli misyoner okulları, hattâ sözde evrenkent, ve özellikle, sayıları artmış olan Beşinci kol Üniversitelerinde (evrenkentlerinde) olanlarla karşılaştırılmasını hem zihni, hem gönlü aydınlanmış değerli, yurtsever okuyucularımıza bırakıyorum.
19 Haziran 2002, Diller Âleminden.
Oktay Sinanoğlu
Kaynak: Aydınlık Dergisi