Önce aç bıraktılar. Sonra ayarlı basın-yayının kontörlü Avrupa düdükleri halkın üstüne tufan gibi beyin yıkayıcı sağanaklar yağdırdı: “AB de AB” dediler. Meş’um bir koro; Hıristiyan cenaze marşları gibi nağmeler. Bu koroya, uzun yıllar, her fırkadan ayarlı tepe takımları katıldı. Sahte (aslında Batı’ya peşkeş çekme işlerinin yüzdecileri) “sanayiciler”, “iş” adamları, onların devlet üstünde devlet kuruluşları, sahte iktisat profesörleri de eksik olmadı. “İllâ da AB’ye gireceğiz. Onun için…” diyerek bizi AB Gümrük Birliği’ne soktular. 80 milyar, 200 milyar dolarlık kazıklar yedik; yemeğe devam ediyoruz. Üçüncü ülkelerle, örneğin komşularımızla ticaret yapmamız bile AB’nin iznine tâbi. Gümrük Birliği anlaşması izin vermiyor. İnsan kendi elini kolunu bu kadar bağlayabilir. Ama bu insan müsveddeleri halkın elini kolunu bağlıyorlar. Her hâlde o zaman bilmiyorlardı ki “küresel kıraliyetçiler” kendi kuklalarını kendileri harcar. Çünkü “kuklacılık sanatı” veya “kuklacılık bilimi”nin birinci kanununa (!) göre bir süre sonra kukla kendini sahici zannetmeye başlar (Pinokyo masalındaki gibi); onun için kuklaların harcanıp yerine yenilerinin oturtulması vâciptir. Ayrıca, bir süre sonra kuklaların maskeleri eskir; halk foyalarını sezmeğe başlar. İşte o zaman yeni kuklalar gerekir.
Ne Kıbrıs Verilir Ne Türkiye’nin Orası Burası
Şimdilerde AB’den “tarih için tarih alabilmek için” “Kıbrıs meselesi” diye bir sahte mesele kabulleniliyor. Hangi “Kıbrıs meselesi”?! Öyle bir mesele varsa, o da Kıbrıs’ın tümüyle Türklere ait olması gerektiği meselesidir. Unutuldu mu? Kıbrıs hiçbir zaman Yunanlıların da olmadı, Avrupa’nın da. İngilizler 1878’de Kıbrıs’ı bizden “ödünç” aldı. Sonra da oraya Rumları getirip yerleştirerek zamanla adada Türkleri azınlık durumuna düşürdü. Bir yandan da Türkler adadan göç etmek zorunda bırakıldı. Bu olayları her TC vatandaşının, hele hükümetlere gelenlerin bildiğini zannediyorduk. Bir sâbık büyükelçi tutmuş TV’de “Kıbrıs meselesini artık hâlletmeliyiz” diyor. Kimin meselesini hâllediyorsun ve ne için? Zât-ı âliniz (yoksa “ekselans” mı demeliyiz?) hangi ülkenin büyükelçisiydi? Haberiniz olsun sayın büyükelçi: Türk Milleti ne Kıbrıs’ı verecektir, ne Türkiye’nin orasını burasını.
Bugün Ulusal Kanal’ın haber saatinde gene duyduk: AB’nin kodamanlarından biri, “Türkiye’ye tarih versek bile, AB’ye girmelerinden bahsetmemiz için 25-30 yıl geçmesi gerekir” demiş. AB’ye girsen ne olur, girmesen ne olur? Şimdiye kadar AB’ci hükümetlerin hiçbirisi AB’nin bize faydası ne olacak, zararı ne olacak hiç bahsetmedi. Hiçbir meşru yetkileri olmadığı hâlde AB için Kıbrıs pazarlığı yapanlardan da öyle bir izahat dinleyemiyoruz.
AB’den Medet Umanlar Ya Ahmaktır, Ya Kara Cahil Ya Da Hain
Diyelim ki, daha önce Batı karşıtı olan zevat, AB’ye girilirse fırkaları kapatılmaz, dinî özgürlükleri olur diye hevesleniyorlardı. Ee, ama şimdi tek başına iktidar oldular; yasaları, hattâ anayasayı değiştirecek gücü kendilerinde buluyorlar; o yoldalar. O zaman AB’ye ihtiyaçları kalmadı demektir. Peki hâlâ niye “AB de AB” ? (Tabii bir de, niye “IMF de IMF”? Birçok ülkeyi olduğu gibi bizi de batıranın IMF olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa bu muhabbetin arkasında ne yatıyor? Halk bir gün bunu sormayacak mı sanıyorsunuz?).
Kaç kere yazdık, defalarca 10 milyonlarca kişiye TV’lerde söyledik. Sağır sultan bile duydu: Avrupa’da AB’den memnun olan kimseyi bulamazsınız. Avrupa’da işsizlik artıyor, yabancı düşmanlığı almış başını gidiyor. Almanya’da câmilerin minareleri olması, ezan okunması yasak. Türk çocuklarının, değil Türkçe öğretim görmesi, okullarda Türkçe konuşmalarına bile izin verilmiyor. AB önderleri yeni girecek Lehistan gibi ülkelere mâlî yardım yapılmayacağını beyan ettiler (zaten kaynakları yok). Türklerin Avrupa’da serbestçe dolaşıp iş bulmalarına izin verilmeyeceği kesin. Vaktiyle muhtaç oldukları Türk işçilerini bile Avrupa ülkeleri sepetlemeğe uğraşıyor. Kısacası AB’den medet uman ya ahmaktır, ya kara câhil, ya da hain. Peki niye “AB de AB” hükümet programının belkemiğini oluşturuyor?
Bir önceki hükümette de, şimdi de IMF’nin dediklerini harfiyen yerine getirmekten öte başlıca faaliyet, “AB uyum yasaları” çıkartmak. Avrupa’da biraz insanî duyguları olanlar bize acıyor, diğerleri kıs kıs hâlimize gülüyor; içerde, dışarıda düşmanlar seviniyor. Seni almaya hiçbir niyeti olmayan, bunu her fırsatta terennüm eden Haçlı kafalı, bayrağı Hıristiyanlığın on iki havarisini temsil eden (Bkz. Sayın Turgay Tüfekçioğlu’nun Orkun dergisindeki yazıları ve kitabı) AB’ye, karşılığında hiçbir taahhüt bile almadan nasıl uyum sağlar, o kılıf altında TC’nin tasfiyesine yol açarsın? Hesabını kimse sormayacak mı sanıyorsun?
Sabancı Evrenkenti’nin Gençleri “Ey Ab, Bizim İşimize Karışma” Diye İletiler Göndersin
Yapmamız gereken tek şey, AB’ye girmek istemediğimizi derhal dünyaya ilân etmektir. O zaman ne “Kıbrıs meselesi” kalır, ne azınlık vakıfları yasası kılığında Türkiye’nin Türk’ten, Müslüman’dan arındırılması projesi, ne İstanbul’un Yeni Bizans, Yeni Roma yapılması, ne de Türk topraklarının yabancılara ve yabancı devletlere gönüllü teslim edilmesi.
Dünyaya bu beyânı Türk milleti ve Müslüman halkımız eninde sonunda yapacak. Ama acele edin. Sabancı Evrenkenti’nin gençleri AB’ye “Aman ne olur bizi alın” diye kartlar postalayacağına, “Ey AB âbi! Bizim işimize karışma” diye iletiler göndersin.
3 Aralık 2002; “Ninniler Ülkesi”nden.
Oktay Sinanoğlu
Kaynak: Aydınlık Dergisi