Derin bir uykudan uyandım. Rüya kafamda hâlâ taptazeydi; yeni görülmüş renkli bir filim gibi. Nasıl derin bir uyku idi ki o öyle. Sanki elli yıldır uyumaktaymışım. Rüyamda, halk Türkiye'nin her bir köşesine kadar uyanmış. Herkesin gözünde bir parlaklık; yüzlerinden kendine güven fışkırıyor. Kadıköy'deyim, Beyoğlu'ndayım, Ankara'da Meşrutiyet Caddesi'ndeyim, Amasya'da, Antalya'da, Tekirdağ'da, Van'dayım: Sokaklarda insanlar hızlı hızlı işlerinin güçlerinin peşinde koşturuyor, ama yüzlerinde telâştan, endişeden eser yok; mutlu bir tebessüm, birbirleriyle sevecen selâmlaşmalar.
Gençlerde azimli, zeki bakışlar. Bazıları düşünceli düşünceli yürüyor; sanki kafalarında çetin matematik meseleleri çözüyorlar. Dolaşırken baktım ki, hayret her yerde kahveler, iş saati, nerdeyse boş. Tek tük müşterili masalarda kağıt, ya da tavla oynayan görünmüyor. Bir gurup genç oturmuş, ciddi, ağırbaşlı tartışıyorlar; bazıları önlerindeki kağıtlara fizik formülleri yazıyor. Terbiyeli, saygılı gençler. Düşünüyorum: ******'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni emanet ettiği gençler nihayet yetişmiş.
Ankara'dayım; güzel bir tramvay geçti; üstünde "Uluğ Bey Teknik Evrenkenti" yazıyor; şaşırdım: "Vay canına, yıllarca uğraşmıştım da, bir evrenkente böyle bir isim verdirememiştim". Birine sordum: "Bu ne? Yeni bir evrenkent mi kuruldu?". Adam soruma şaşırarak, "Yok" dedi, "Yıllar önce ABD telkiniyle kurulmuş bir evrenkent vardı ya, epey oldu, onun adı değiştirildi". Hangisi olduğunu anladım; "Eğitim dili İngilizce; değil mi?". Adamcağız yarı şaşkın, yarı öfkeli baktı: "Öyle şey olur mu yahu; burası artık çok şükür, sömürge değil!". Övünerek: "Burası Türkiye Cumhuriyeti". "Bizde, ******'ün ısrarla üzerinde durmuş olduğu gibi, eğitim dili her seviyede ve tümüyle Türkçe'dir".
— Yâni yabancı dil öğretilmiyor mu?
— Allah Allah, siz nerden geldiniz böyle? Elbette her çeşit yabancı diller, meslek dalına göre, yabancı dil öğretimi uzmanlarınca ayrıca öğretiliyor. En çok Çince'ye, Rusça'ya, İspanyolca, sonra Almanca'ya rağbet var.
— Hayret; İngilizce furyasına ne oldu?
Adam gene yüzüme garip garip baktı: "Ooho, o eskidendi. O zamanlar kovboy Amerika görünüşte güçlüydü, kölelerine Tarzanca'yı dayatabiliyordu. Orada yuvalanmış "küresel kıraliyetçiler", sahte Avrupa Birliği, IMF gibi araçlarını kullanarak, ulus-devletleri parçalıyor, o da sökmezse bomba stoklarını tüketmek için saldırıyorlardı. O günler çoktan geçti evlât! Sonunda oyunlar ABD içinde de yoğunlaştı. ABD'yi 12 eyalet-devletçiğe böldüler. Sekizinin resmî dili İspanyolca, bir tanesinin Fransızca, biri İngilizce, iki eyaletinki ise, önemli bir Afrika dili olan Svahili. Yaa, işte böyle. Zaten berbat bir dil olan, bilime, tekniğe yetersiz İngilizce'ye yüz veren yok.
Çıktım, biraz yürüdüm. Eski dükkânlar, yeni dükkânlar, ama hayret hepsinin üstünde gayet güzel Türkçe isimler. O, aşağılık duygusu alâmeti, sömürge ruhu belirtisi yabancı dilde adlardan, yazılardan eser yok. "Fast Food" kepazeliği olmuş "Tez Yemek", "Cafe" (bana hep de "Cafer"i, o adı içeren ayıp tekerlemeyi hatırlatır) yerine "Çay Evi", ya da "Kahvehane".
Bir gazete aldım: Adı "Yıldız", dili tertemiz. İri başlık diyor ki: "Avrupa devletçiklerinden ziyaret". Altında: " Avrupa'nın ufak dukalıklarının başkanları, borçlarının faizlerini ödemekte zorluk çektiklerinden, yardım, en az azından faiz ertelenmesi talepleriyle Türk banka genel müdürlerini ziyaret edecekler. Hazır Ankara'da iken "Avrasya Birliği Para Fonu" AVRAP'ın Ankara'daki Genel Merkezi yetkilileriyle de görüşecekler. Olumlu bir sonuç almaları pek beklenmiyor, çünkü son verdikleri uyum taahhütlerini tam yerine getirebilmiş değiller. Basklar, Bretonlar, Korsikalılar, Keltler, Bakü'deki Avrasya Birliği İnsan Hakları Mahkemesine başvurup duruyor". Haber devam ediyor: " Bir de, aynı ülkelerden bir genelkurmay başkanları heyeti bekleniyor. Onlar da Türk Ülkeleri ve Rus, Çin, Birleşik Kore, Ukrayna, İran, Hint, Japon Askeri İşbirliği Kurultayı'na gözlemci olarak katılacaklar. Aralarda, teknoloji ihtiyaçlarını dile getirebilmeyi umuyorlar."
İşte böylece rüyam gözümün önünden geçerken yüzümü yıkamış, yarım bardak yağsız süt içip biraz muz yemiş, giyinmiştim bile. Sokağa çıkıp bakkaldan gazetemi aldım. Bir iki sokak ötedeki kahvehaneye girdim. Ama durakladım: Her zamanki, kağıt, ya da domino oynayan kalabalık yoktu. Bir masada birkaç genç oturmuş, dikkat kesilmişler, aralarında birinin bir deftere yazdıklarını izliyorlardı. Masanın yanından geçerken defter sayfasına gözüm ilişti: Bildiğim, araştırma düzeyinde derin bir fizik konusunun formülleri. Geçip boş bir masaya sandalye çektim. Çaycı gelirken, elimdeki gazeteyi açtım. Hayret: Gazetenin adı "Yıldız"dı; iri haber başlığı ise: "Avrupa devletçiklerinden ziyaret".
Demek "Büyük Uyanış" rüya değildi. Başlamıştı bile.
11 Mart 2002, Mühürdar, İstanbul.
Oktay Sinanoğlu