Bilgi ve Tartışma Platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Onuncu Yılda Bıraktığımız Yerden Devam Etmek

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Vatan




Mesaj Sayısı : 135
Kayıt tarihi : 07/06/08

Onuncu Yılda Bıraktığımız Yerden Devam Etmek Empty
MesajKonu: Onuncu Yılda Bıraktığımız Yerden Devam Etmek   Onuncu Yılda Bıraktığımız Yerden Devam Etmek EmptyC.tesi Haz. 14, 2008 11:48 pm

Son yıllarda "çağdaş" davetlerde cazlı, poplu söylenen "Onuncu yıl Marşı"nın sözlerine yeniden bir göz atın: En aklımda kalan mısraı "Demir ağlarla ördük Ana Yurdu dört baştan"dır. Çünkü ne zaman İstanbul'un, Ankara'nın duman duman insanı boğan, patırtılı otobüslerine mecbur kalsam da Amerikan işgali başlar başlamaz hatlarını söktürdükleri İstanbul'un güzelim tramvaylarını özlesem, veya, Ankara'dan Samsun, Ankara'dan Antalya gibi yakıncacık, hızlı katarlarla (tirenlerle) çabucacık gidilebilecek yerlere dosdoğru, uygar, güvenli ve rahat ulaşım biçimleri bulamasam o eksik bırakılmış "demir ağların" hasretiyle yanıp tutuşurum.
Bir de şu ikiliye bakın:
"Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını."
Ya şu güzel sözlere ne demeli:
"Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
.................
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz."
1933'te nerde, ne ruhtaymışız, 69 yıl sonra nerelere gelmişiz (daha doğrusu gitmişiz)!
Evet bunu artık Türk halkının tüm gerçek mensupları, ezilenler, yoksullaştırılanlar, dünya üzerinde getirildiğimiz onursuz, kişiliksiz, kimliksiz hâlden yüreği yananlar, eğitimsiz bırakılıp Tarzanlaştırılmaya çalışılan gençler, 1930'ların ****** ruhunu yaşamış emekli öğretmenler, köy yaşamından koparılıp beton yığını kentlerde kapıcılık kuyruğuna sokulan sâbık rençberler, araştırma yapmaktan, bilimde yaratıcılık ufuklarından mahrum edilen bilimciler, hortumcuların götürdüğü sırtına bindirilen halk görüyor. Ve "DUR!" deme zamanı yaklaşıyor.
64 YILI HEBA ETTİK
Olaya bir de şu açıdan bakalım: ******'ün 1938'de vefatından itibâren ****** ruhuyla devam etseydik acaba bugün nerelere varmış olurduk? Fakat, maalesef, o günden bugüne geçen 64 yılı hebâ ettik; vakit kaybettik. Şimdi, "****** gitti, iş bitti." (daha doğrusu bitirildi) demek zorunda kalıyoruz zannedip sevinen nice iç ve dış düşmanların yürekleri yağ bağlıyordur. Ancak, onlar idrak edemezler ki bu ülkede daha yüzbinlerce "******ler", nice, şimdilik sessiz kahramanlar, bağımsızlığını, şerefini her şeyin üstünde tutan her yaştan kurtuluş savaşçıları vardır.
AVRASYA'NIN ÖNDE GELEN ÜLKESİ
1938'den sonra, "muhiplerin", mandacıların, teslimiyetçi "tek dünya devletçi", yâni insanlık düşmanı "küresel kıraliyetçilerin" yerli kuyruklarının oyununa gelmeseydik, bu oyunlara daha başından, köylüsüyle, gerçek aydınıyla tekvücut olup karşı çıksaydık, ve ****** ruhuyla devam etseydik, bugün, kimsenin şüphesi olmasın, Avrupa'nın, içi geçmiş Avrupa da neymiş, Avrasya'nın, en önde gelen bir ülkesi olurduk. "Demir ağlar", hızlı, Japon'larınkiyle boy ölçüşen "kurşun katarlar" (Japonlarınki "şinkansen") yurdun her tarafına vızır vızır gider gelir, sınırlardan da öte bizi, insanı önde tutan tasarımların verdiği rahatlıkla, İran üzerinden taa Çin Denizi kıyılarına, Kafkasya'dan Sibirya'nın, Yakuteli'nin tundralarına, beri yandan, Balkanlar'a, oradan Avrupa'nın o ufak tefek ülkelerine taşırdı. Kentlerimizde, Zürih'teki gibi nezih, kente, kentliye huzur ve sağlık veren tramvaylar, yemyeşil güzel bahçeler (parklar), ufak kasabalarımızda bile nefis, ahaliyle dolup taşan kütüphaneler olurdu. Her yerden akın akın gelip, hiç olmazsa birkaç gün için Türklerin o temiz, mutlu, müreffeh yaşamından tat almak isteyen gezmenler, ellerinde Türkçe öğrenme, söyleşme kılavuzları, üzerlerinde güzel Türkçe adlar yazan dükkânlarda Türk ürünlerine imrenerek gezinirler, binlerce yıllık Avrasya tarihimizden süzülüp gelen ünlü Türk sanat mutfağının geleneksel yemeklerini, huzur veren Türk müziği dinlerken tadarlardı. Gezmen gelecek diye kıyılarımız, kültür ve kimliğimiz perişan edilmez, gezmenler kendi yaşamımızın içinde göze batmayacak şekilde yer alırlar, gelenler derin, köklü bir kültürü ve tarihi olan bir Avrasya ülkesine geldiklerini anlayıp geri döndüklerinde bu dillere destan ülkeyi anlata anlata bitiremezlerdi. Eşi görülmedik "inanç turizmi" yutturmacası ile Haçlı kafalı, "Endülüs'ü sildik, şimdi sıra Anatolia'da" zihniyetinde Batı'nın ekmeğine yağ sürülmez, yurdun her bir köşesine, Hıristiyanı olmayan yerlere, CIA bıçağının ucu misyonerlerinkiler yetmiyormuş gibi, devlet eliyle kiliseler yaptırılmaz, ******'ün yaptığı gibi Hitit, Firik, Lik, Selçuklu, Osmanlı Türk mirası tanıtılırdı.
EVRENKENTLERİMİZ, TEPKİLİ UÇAKLARIMIZ...
Dünyanın en ünlü bilim merkezleri arasında sayılan evrenkentlerimizde araştırma işliklerinde (laboratuvarlarında) gece gündüz hummalı bir faaliyet sürer, buluş üstüne buluş yapılır, oralarda doktora yapmak için Avrupa'dan, Güney Amerika'dan, Afrika'dan, Asya'dan gelen öğrenciler, doktoraya kabul edilmek için gerekli Türkçe sınavlarına, kurslarına dolup taşarlardı.
Dünyanın dört bir yanına giden uçaklarımızın üstünde "Turkish" değil, "Türk Hava Yolları" yazar, her ülkede bu hava yolunun adı böylece bilinirdi. [Tabii 1.resmî uçağın üstünde de "Turkish Republic" değil, "Türkiye Cumhuriyeti" yazısını görürdük]. Uçaklarımız, kendi tasarım ve yapımımız, en gelişmiş tepkili (jet) uçaklar olacaktı; ******'ün, dünyada havacılık daha yeniyken kurdurduğu uçak fabrikası, Amerika/NATO tezgâhıyla karyola fabrikasına dönüştürülmüş olmasaydı tabii. [Yapamaz mıydık sanıyorsunuz? Endonezya, bizden hayli geç, 1946'da başladığı halde uçak sanayiinde bahsettiğimiz düzeye geldi.]
AVRUPA ÜLKECİKLERİ YALVARIR DURUR
Balkanlarla, Karadeniz ülkeleriyle, Kafkas ve Asya ülkeleriyle karşılıklı yararlar sağlayacak gümrük birlikleri, siyasî, askerî ittifaklar kurar, kültür ve tarih geçmişimiz olan ülkelerle bu ilişkileri zenginleştirerek sürdürür, Batılı hainlerin, tarihi çarpıtarak, komşularımızı bize düşman etme siyasetlerini tersine çevirir, Avrasya'nın gücünü arttırır, Orta-Doğu ve Afrika ülkelerine de önderlik ederdik. Avrupa ülkecikleri, bizim gümrük ve diğer birliklerimize girebilmek için bize yalvarır dururlardı.
Amerika'nın 1950'lerde engellediği neftyağı (petrol) kuyularımızı açıp kendimiz işletir, demir-çelik, kömür, bor, krom üretimimizi arttırır, hammaddelerimizi kendimiz işleyip katma değeri yüksek ürünlerimizi pek çok ülkeye ihraç ederdik. Tarım araştırma kurumlarımız daha başından moleküler biyolojiye girer, üstün nitelikli tohumlar, ürünler geliştirir, tarım ve hayvancılıkta en yüksek verimi sağlayan gelişmelere sahne olurduk. Tarih boyu tüm Türk devletlerimizde ve 50 yıl öncesine kadar olduğu gibi, vatanımızın, toprağımızın bir karışını bile yabancılara teslim etmez, bunu yapmaya meyilli vatan hainlerine göz açtırmazdık.
İŞ BAŞLARINDA MUHİPLER DEĞİL YURTSEVERLER
****** ruhunda devam etseydik, IMF'si ile, kuyruk AB'si ile "küresel kıraliyetçiler", önümüze peş peşe sahte sorunlar, Türkiye'nin tasfiyesine yönelik dayatmalar çıkarıp duramaz, kudurmuş bir tüketicilikle borç batağına batırılacağımıza, ulusal gelir fazlamızla, mazlum milletlere yardımda bulunurduk. II. Cihan Harbi ve sonrası dünya denge ve dengesizliklerinden de yararlanarak Misak-ı Millî sınırları içinde olan ve Batı Trakya, ve Musul-Kerkük'ü kurtarır, nerede olurlarsa olsunlar mazlumların, tabii bu arada soykırıma uğramakta olan Türklerin, haklarını savunurduk. Kısacası, edilgen değil, etkin bir devletimiz olurdu.
Peki bütün bunlar, gene de olamaz mı? Elbette olur. [Bizdeki söz: " Zararın neresinden dönersek kârdır"; Amerikan Tarzanca'sında da tek tük düzgün sözlerden biri: "Hiç yapmayacağına, geç te olsa yap".] Kuvayı milliye ruhu dalga dalga yayılıyor. İş başlarına çömezler, hemşeriler, fırka (parti) çıkarcıları, şucular, bucular, işbirlikçiler, "muhipler" değil, işinin ehli, yetenekli, onurlu, fedakâr, kafası ve ciğeri götürülmemişler, yurtseverler eninde sonunda gelecek, Türkiye, ****** döneminde olduğu gibi yeniden tüm mazlum uluslara örnek, dünyanın gıpta edeceği bir ülke olacak. Bundan yüzde yüz eminim. Şimdiden hepimize kutlu olsun.

Oktay Sinanoğlu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Onuncu Yılda Bıraktığımız Yerden Devam Etmek
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bilgi ve Tartışma Platformu :: Kültür,Sanat ve Kitap :: Usta Kalemler :: Oktay Sinanoğlu-
Buraya geçin: