Attilâ İlhan’ın 16 yazarla birlikte oluşturduğu “... bir millet uyanıyor!” kitabı bir manifesto niteliğinde. Beraber görmeye alışmadığımız isimlere yer vermesi, yapıtın dikkat çeken özelliklerinden.
Parola: vatan / işareti: namus
‘Yöneten’ sıfatını kullanan Attilâ İlhan, fikir babası olduğu projenin bu kitabını bir ‘önsöz’ ile başlatıyor. Derleme, Bilgi Yayınevi’nin Bir Millet Uyanıyor Dizisi’nden çıkan ilk kitap olma niteliğini taşıyor.
Y.A.: ******’ün ölümünden sonra mı?
A.İ.: Evet, ******’ün ölümünden sonra başlıyor. Ve ben onun için, şu ara Cumhuriyet’te yazıyorum bu yazıları ve bunları özellikle başkalarının kitaplarından aldığım alıntılarla kanıtlamaya çalışıyorum. Ben söylediğim zaman, “Sen tarihçi değilsin, bilim adamı da değilsin. Bunları nereden çıkardın?” diyebilirler. O zamanı yaşamış adamlar bunları yazmış, bunlar ortada. Ama bizim aydınlarımız Batılıları okumaktan bunları okumaya vakit bulamıyor. Kendilerinin tarihinin ne olduğundan haberleri yok.
Mesela Mustafa Kemal Paşa’nın 2. Cihan Harbi’ne girilmesine şiddetle karşı olduğunu, tarafsızlık politikasında devam edilmesi gerektiğini, Balkan Paktı’nın muhafaza edilmesi düşüncesinde olduğu, bu pakta sahip çıkarsak Almanların ve İtalyanların bu tarafa gelemeyeceği gibi düşünceleri var. Sahip çıkıyor İsmet Paşa. Neticede ne oluyor? Almanlar bizim sınırımıza dayanıyor. Yunanistan, Almanlarla İtalyanların hakimiyetine giriyor. Bizim kapımızı çalıyorlar, tak tak tak, Kafkasya’ya geçeceğiz. Çünkü istedikleri petrol. Eğer Mustafa Kemal Paşa’nın politikasını sürdürmüş olsaydık Türkiye başından itibaren tarafsız kalacaktı. Tarafsız kalınca Balkan Paktı devam edecekti. Balkan Paktı devam ettiği takdirde de ne Almanlar bu tarafa gelecekti, ne de İtalyanlar.
Y.A.: Bu farklılığı Mustafa Kemal- İsmet Paşa farklılığı olarak mı algılamak gerekir? Dış koşulların etkisiyle başka türlü yapılamaz mıydı?
İsmet Paşa: Mustafa Kemal Paşa bir işte yüzde 10 başarı şansı görürse o işe girer. Ben bir işte yüzde 10 başarısızlık şansı görürsem o işe girmem.
A.İ.: İsmet Paşa’nın bir sözü var, ben sık sık tekrarlıyorum: “Mustafa Kemal Paşa bir işte yüzde 10 başarı şansı görürse o işe girer. Ben bir işte yüzde 10 başarısızlık şansı görürsem o işe girmem” diyor.
Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa Hatay meselesinde birbirine giriyor. Çünkü İsmet Paşa’ya göre, biz Hatay meselesinde diretirsek Fransa’yla savaşacağız. Çünkü Fransa Suriye’de o zaman. Suriye bir Fransız sömürgesi. Peki Mustafa Kemal Paşa ne düşünüyor? Hatta o benim çok hoşuma da gidiyor. Tam da Paşa’ya yakıştırabileceğim bir tavır: Fransız sefirini Ankara’da çağırıyor, karşısına oturtuyor. Bir tarafında grup halinde Balkan Paktı devletlerinin genelkurmay başkanları, öbür tarafında Sadabat Paktı devletlerinin genelkurmay başkanları var. Fransız’a diyor ki: “Biz bunu istiyoruz.”
‘Fransız sefirini Ankara’da çağırıyor, karşısına oturtuyor. Bir tarafında Balkan Paktı devletlerinin genelkurmay başkanları, öbür tarafında Sadabat Paktı devletlerinin genelkurmay başkanları var.’
Siz görebiliyor musunuz olayı? Bu bir, ‘büyük devlet’ olayı. Türkiye büyük bir devlet. Bu insanlar da O’na katılıyor: “Hatay meselesinde Türkiye haklıdır.” Peki, Gazi hiç düşünmüyor mu Fransa ile savaş çıkar diye. Bunu Fransız sefirine de söylüyor. O zaman Suriye’nin dışişleri bakanı Türkiye’ye geldiğinde ona da söylüyor. Diyor ki “Fransızlar size verdikleri sözleri tutmadı, sizleri bağımsız kılmıyorlar.”
Mustafa Kemal Paşa, Fransa Dışişleri Bakanı geldiğinde “Üstüme varırsanız girerim” diyor. Yani oraya girecek, Suriye’ye girecek. Kurtulduktan sonra çıkarım diyor. Çünkü Gazi bir devrimci. Ve “O” Fransız devrimcisi. Yani milletler, devletler eşittir, hür olmalıdır, buna inanıyor. İnandığı için de kurtarırım ama çıkarım diyor.
Fransa harp eder miydi, edemez miydi?... Gazi diyor ki: “Edemezdi.” Fransa’da hükümet laik bir hükümet. Sermaye üstüne gidiyor fena halde. Bunu bırak, bir tarafında Hitler, Mussolini var, bir tarafında Franko var. Kendi derdine düşmüş durumda, gelip Suriye’de Hatay için harp edemez diyor. Doğru.
‘Savaş bittiği zaman durum ne? İngilizler bize küstü, Ruslar kızdı, Amerikalılar kuşkuyla bakıyor. Çünkü savaş boyunca bir sağa dönmüş, bir sola dönmüş, ne yapacağını bilememiş bir ülke.’
Mustafa Kemal Paşa bu işte yüzde 10 başarı şansı görüyor ve giriyor. Başarıyla çıkıyor. Buna mukabil İsmet Paşa, Gazi öldükten sonra ‘harp geliyor’ korkusuyla Mustafa Kemal’in barışçılık politikasını bırakıyor, İngiltere ve Fransa’yla ittifak yapıyor, bunlar beni kurtarır diye. Halbuki Hitler ilk tokadı Fransa’ya atıyor, hemen devriliyor. Harbe girmemiz lazım, Paşa girmiyor. Girmeyince İngilizleri kızdırıyor. Almanlar kapılarımıza geldiği zaman Almanlarla el altından anlaşmaya çalışıyor Ruslara karşı. Rusları kızdırıyor. Savaş bittiği zaman durum ne? İngilizler bize küstü, Ruslar kızdı, Amerikalılar kuşkuyla bakıyor. Çünkü savaş boyunca bir sağa dönmüş, bir sola dönmüş, ne yapacağını bilememiş bir ülke.
Y.A.: İsmet Paşa sonrası, dış politika aynı çizgide mi devam etti?
‘Reşit Paşa’nın yaptığı anlaşmanın şartlarıyla, Türkiye’nin AB ile yaptığı gümrük birliği şartlarını yan yana koydum ben. Aynı.’
A.İ.: Aynı çizgidedir. Geldiğimiz yer, İsmet Paşa’nın başlattığı politikadır.
Şöyle söyleyeyim, hatta bunu daha genelleştirebiliriz: Bir Asya ülkesi şu veya bu şekilde medeniyeti Batılılaşmak zannederse, bu işe kalkışırsa, mutlaka batar. Neden batar? Çünkü Batılılar batırmak için uğraşırlar. Bunun tek örneği biz değiliz. Ruslar da buna örnek. Çünkü Deli Petro, memleketi Batılılaştırmaya karar verdi. Rus asilleri Fransızca konuşmaya başladı, yazarlar öyle yaptı. Eee, ne oldu sonunda; battı! İhtilal çıktı ve Bolşevikler geldi.
Biz Batılılaşmaya karar verdik, Mustafa Reşit Paşa bu işe kalkıştı. Batılılarla anlaşma imzaladık.
Bir yazım vardır, keşke bulup okuyabilsem size. O yazıda o zaman için Reşit Paşa’nın yaptığı anlaşmanın şartlarıyla, Türkiye’nin AB ile yaptığı gümrük birliği şartlarını yan yana koydum ben. Aynı. Yani o zaman bize neyi kabul ettirmeye çalışıyorsa Batı, Çiller’e aynı şeyi sunmuştur. O da “Çok iyi oluyor, artık Ortak Pazar’a giriyoruz” diye imzayı basmış.
Y.A.: Kitapta 17 yazar var. Kitapta ana eksenin ABD ve AB karşıtlığı olduğunu söyleyebilir miyiz?
A.İ.: Hayır. Öyle bir karşıtlık yok. Sadece şu esas var orada. O arkadaşların bu işin içine girmeleri şöyle oldu: Türk milleti, yöneticiler ve partiler tarafından, basın dahil, unutulmuştur. Türk milleti gerçekleri görsün. Gerçekleri görebilmesi için de Türkiye’nin fikir adamları, çalışkan insanları birbirleriyle uğraşacakları yerde, kavgalarını bir kenara bırakıp, tıpkı Müdafa-i Hukuk zamanında olduğu gibi biraraya gelir ve bu gerçekleri Türk halkına anlatırsa bu iş biter.
‘Türkiye’nin yüzde 82’si bizden çıktı; yüzde 18’de kaldılar. Herkese sordular, hepsi Amerika’ya düşman.’
Y.A.: Bunu olası görüyor musunuz?
A.İ.: Oldu bile. Bak nasıl oldu? Ben aşağı yukarı beş senedir bu konuda neşriyat yapıyorum. Benim gibi neşriyat yapan 3-4 arkadaş daha var. Başladığımız zaman bize gülüyorlardı. Bunlar azınlık, küçük azınlık... Basının ağzı buydu. Şimdi birdenbire araştırma yapılınca Türkiye’nin yüzde 82’si bizden çıktı, yüzde 18’de kaldılar. Herkese sordular, hepsi Amerika’ya düşman.
Y.A.: ABD karşıtlığı anlamında mı?
A.İ.: Hayır. Batı karşıtlığı. Avrupa’yı Avrupa gibi görmüyorum. Roma-Germen İmparatorluğu gibi görüyorum. Hala aynı mantıkla hareket ediyorlar. O mantık hiç değişmedi. Dinini değiştirecek, dilini değiştirecek, seni parçalayacak. Aynı şeyi düşünüyor.
Hablemitoğlu ölmeden evvel, bana bir telefon görüşmemizde şöyle dedi: Abi orada uğraştıkları şu: Bizim Türklere Müslüman hocaların İslamı öğretmesini engelliyorlar. Onlara İslamı Alman hocalar öğretiyor dedi.
Onlar Türk olmaktan çıkacak, Hıristiyan Almanlar olacak. Bizim burada da misyonerler geldiler, halkı Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar. Biz de Türk Hıristiyanlar olacağız.
Haber bu şekilde uzayıp gidiyor...