'Türkçülüğün' Yeri 'Solda' mı?
Mayıs 1975, Ankara. Niyazi Berkes, Londra'dan gelmiş; 'Batı sorunu' üzerine bir kitabını yayımlamıştık ya, üzerinde konuşuyoruz; daha 50'li yıllarda, Osmanlı'daki Türkçülük hareketi'nin, düpedüz anti/emperyalist bir 'savunma' hareketi olduğunu bulup çıkarmışım ama, doğrusu 'halkçı' bir hareket olduğunu, onun kaleminden öğrenmiştim; hatırlar mısınız, bunu nasıl belirtmiştir:
"...ilk defa olarak Tanzimatçı, Yeni Osmanlıcı ve İslamcı çeşitten olmayan bir Batı anlayışı, Meşrutiyet'le ortaya çıkan 'Halkçı' aydınlar arasında belirmiştir. Bugün bize hangi edebiyat kitabını açsanız, orada, Meşrutiyet'le birlikte bir 'Milliyetçilik' ve 'Milli Edebiyat' akımı başladığı iddasını görürsünüz. 'Halkçılık' ve 'Toplumculuk' akımından ise hiç söz etmezler. Halbuki gerçek olan şudur: 'Milli Edebiyat' akımı ve 'Milliyetçilik' 'Halkçılık' hareketinden sonra ve hücumlar karşısında aldığı şekil olarak doğmuştur..."
"...Peykçi Batıcılar, Osmanlıcılar, İslamcılar, yani bütün 'alafranga' aydınlar, 'Halkçılara' hakaret ya da alay etmek için 'Türkçü' adını taktılar. (Türk o zaman, kaba cahil halk demekti. Osmanlıcılarla İslamcılar okumuş kibar kişiler olduklarından, kendilerini Türk saymazlardı) Halkçılık, yavaş yavaş Türkçülük - milliyetçilik/kavmiyetçilik - olarak tanınmaya başladı..."
('Türk Düşününde Batı Sorunu', s. 233/235, Bilgi Yayınevi, 1975.)
Daha da şaşırtıcı olanı, Berkes'in Türkiye'de meydana çıkan 'Halkçılık' hareketinin, aslında, eski Rusya'da gelişmiş 'Narodniçetstvo' (1870/1890) Halkçılığı'nın, Balkanlar üzerinden Osmanlı'ya yansımış bir şekli olduğuna işaret etmesidir. Plekhanov'un eleştirileri dolayısıyla, üstünde epey kafa yorduğum o hareketin, aslında ülkemizde Türkçülük 'ateşinin' ilk kıvılcımlarından birisi olduğunu işitmek, beni heyecanlandırmıştı. Neden derseniz, nedeni belli: Türkçülüğün sonradan Naziler tarafından Irkçı/Turancı, ABD tarafından Ülkücü vb. Etiketlerle, nasıl soldan sağa çekildiğini farketmek kolaylaşıyor.
Bunu II. Dünya Savaşı ve 'Soğuk Savaş' boyunca, hayli acı çekmiş Türkçüler'in anlamaya başlaması, bu açıdan da son derece önemli sayılmalıdır.
Düşündürücü bir alıntı yapmak!..
Şimdi izninizle, Türkçülük üzerine düşünen bir dergiden, bir alıntı yapmak istiyorum; hem solcularımız için, hem sağcılarımız için, yeterince düşündürücü olacak, bir alıntıdır bu; bakınız ne diyor:
"...'sağ' ve 'sol' kavramları, tarihimiz açısından, bize hiçbir şey ifade etmezler. Doğdukları toprakta, büyük doğum sancılarıyla dünyaya geldiler ve zihinlerde silinmez izler bıraktılar. Her doğan canlı gibi bir ilişkinin sonucuydular. Bir sepet içersinde kapımıza bırakılana kadar, onlarla iş görmüyorduk ve daha çok 'biz'dik..."
"...bu kavramların bizde tabanı olmadığı için, onlara egemen olamıyoruz; onlar bizi yönetiyorlar. 'Milliyetçilik sağdır', ya da 'sağcılık milliyetçiliktir'. Bundan daha büyük bir saçmalık düşünemiyorum. Ben Türkçülüğü anlamak için bu kavramlara hiç başvurmuyorum. Batı'daki anlamlarıyla onlara başvursaydım, bakın ne çıkardı..."
"...biz pek çok şey gibi, onları da Fransa'dan aldık. Ama ben her işi bildiğini iddia eden gibi, Fransa'nın İhtilal Meclisi'ne gitmeyeceğim. Fransız Aydınlanması ve İhtilali aslında İngiliz düşüncesinin kıt'a Avrupası'na dikilmiş bayrağıdır; onu anlamamız için; İngiliz 'amprizmini' ve 'akıl dini'ni anlamamız gerekir. Bu 'Sağ' bizim milliyetçiliğimizle, toplumculuğumuzla hiç bağdaşmaz. Bu 'Sağ' İngiliz sermayecilik ve ferdiyetçilik temeline dayanan 'Sağ'dır. Onların muhafazakarlıkları da, bunları 'muhafaza' eder. Bu 'Sağ'ın süt analığını 'sömürgecilik' yapmıştır..."
"...işin hem ilginç, hem de komik (aslında traji/komik) tarafı: onlarla iş göremeyiz, ama görebileceğimizi varsaysak bile, şu gerçekle karşılaşırız: tarihimize sinen anlayış 'Sağ'dan çok 'Sol'a yakındır..." (Türk/Diplomatik, Haziran 1997, s.24.)
Peki, handiyse çeyrek yüzyıldır, biz ne diyorduk?
Kapitalizmin yüzü eskidi
Diyebilisiniz ki, herhangi bir yazıdan rasgele alınmış bir pasaj, ne ifade eder? Bunu sözylemeden önce, aynı yazının başka bir pasajına da göz atmanızı rica edeceğim; çünkü , Türkçülük düşüncenin 'propaganda'nın dışında çağın anlamını nasıl kavramaya başladığını, pek güzel gözlerin önüne seriyor:
"...kapitalizmin yüzü çok eskidi. Hakkında şayialar aldı yürüdü. Yine sömürgecilik böyle usta bir oyuncuyu kolay gözden çıkaramazdı. Çağdaş Batı medeniyeti ona yeni kostümler dikti ve giydirdi. 'Küreselleşme', 'Post/Modernizm', 'sebest Pazar Ekonomisi' vs. Bunlar insanlığın tercihi değil. Bunlar Doğa kanunu da değil. Bunları kimin niye ve neye karşı dayattığını bilmek zorundayız. Elbette, Batı'dan gelen her şey gibi, onları da ağzı açık karşılayan budalalar, onlarla iş görmek isteyeceklerdir. Onlar 'Biz'den değillerdir. Birileri, bütün bu kavramları her şeyle bağdaştırabilir, ancak, bunların bağdaşamıyacağı tek şey varsa, o da 'milliyetçilik'tir..." (Türk/Diplomatik, Haziran 97, s.24.)
Ne buyrulur? Elbette, 'milliyetçinin' konumu ayrıdır, 'sosyalistin' konumu ayrı; elbette, ikisinin aynı çerçeve içinde ele alınması, -hele ülkemizde- kimsenin aklına gelmemiş bir konu; nitekim, bu yazıda da, 'marksizmle bağdaşılamayacağının' altı çiziliyor; çiziliyor da, acaba doğru mu yapılıyor? Yusuf Akçura'nın, bütün tahlillerinin , diyalektik tahlil metoduyla yapıldığını, unutmuş olmuyorlar mı? Bırakalım Akçura'yı, peki ya Molla Nur Vahidof, ya Mirseyit Sultan Galiyef? Onlar Türkçü değiller miydi? Fikirleri ve eylemleriyle, bırakın Asya Türklüğünü, Anadolu Türklüğüne bile, çıkar yol göstermiyorlar mı?
Attila İlhan
22.12.1997 Cumhuriyet Gazetesi