Kaçak Düş Çiçekleri...
Önce sokakları tanıdık, meydanları, ana caddeleri...
Afişler astık gece yarıları!..
"Tek Yol Devrim" dedik...
Kurşunlandık!..
Öldürüldük, yaralandık!..
Hüznü ve aşkı uysal öğütlerle çoğalttık...
Hapishane avlularında kaçak düş çiçekleri büyüttük...
Cezaevlerinde geçti yaşamımız...
Sevgililerimiz, karılarımız terk etti...
Kimimiz 68 'liydik, kimimiz 78 'li...
Aynı koğuşta kaldık...
Görüş günleri bekledik...
Loş uçurumları, mazi boşlukları ve sonrasızlığı anlattılar bize...
Kitap okumayı, şiiri sevmeyi, kadınlara âşık olmayı genç yaşta öğrendik...
Kıskanç zamanı başka kıyılarda dolaşırken anladık . Dev boyutlu, uğultulu dalgalara hiç aldırmadık.
Şiirlerde, şarkılarda teselli bulduk...
Sarhoş olduk, çılgınlaştık, yıktık, yıkıldık...
"Sevdiysek böyle büyük
Böyle hüzünlü böyle sevinçli
Senin gözlerini sevdik..."
Karacaoğlan 'ı, İvan Davitkov 'u da, Nedim 'i, Fuzuli 'yi, Nabi 'yi, Nâzım 'ı, Ahmed Arif 'i, Ece Ayhan 'ı, Cemal Süreya 'yı, Can Yücel 'i, Vasko Popa 'yı, Ezra Pound 'u okuduk ve sevdik...
Edip Cansever 'le tanıştık, mutluluğun mahzunluk olduğunu anladık...
Kalıcı bir gülümsemeyle sessizliğe tanık olduk. Turhan Selçuk 'un Abdülcanbaz'ındaki "Gözlüklü Sami" lerle karşılaştık hayatımızın her döneminde...
Bir gün eski mevsimleri yakalayıp birbirimize sorduk:
"Kader mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahsunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söylerken yalnız
O mu Rilke mi
Ölümü içinde taşıyan..."
***
Kimimiz Che 'ye hayrandık, kimimiz Fidel 'e, Lenin 'e, Mao 'ya, Enver Hoca 'ya...
Yüreklerimiz kıpır kıpırdı...
Kimimiz üniversiteliydik , kimimiz genç subay .
Meydanlarda çoğaldık kıskanç zamanlara yenik düşeceğimizi bile bile!..
Önce yurtsever , ulusalcı , sonra solcu !..
Hainleri bilirdik!..
Aramızda dolaşırlardı Birinci sigarası ağızlarında, üstlerinde parkaları, ayaklarında postallarıyla...
Çelik döken eller gördük, mitralyözü şiirleştiren şairler...
Ataol Behramoğlu 'yla, Erdal Öz 'le Kızılay'da dolaştık...
Tüm sevdiklerimiz, kadınlarımız kaçıp gitti...
Bilmem şimdi nerelerde!..
Kıpır kıpırdı yüreklerimiz Kızılay 'da, Taksim 'de, İzmir Konak 'ta...
İzmir'de, Ankara Palas'ta bir akşam Mehmet Akkaya , Saffet Alp ve Kemal 'le buluşmuştuk...
Genç havacı subaydılar...
Aliağa grevinde İsmet Ağabey, grev çadırında uzamış sakalları ve kirli gömleğiyle bir şeyler anlatıyordu Bingöl Erdumlu 'ya...
Mehmet, Saffet ve Kemal'le Aliağa grevini konuşurken Bingöl gelmişti yanımıza...
Bir gün sonra öldürüldü sendikacı Necmettin Giritlioğlu ...
Hep ölümlerle çoğalıyorduk!..
Hep hüzünlüydük...
Yıllar gitgide kısaldı. Pek çok arkadaşımızla yollarımız ayrıldı...
Bir hafta önce bugün yağmurlu Londra akşamında pek çoğunun kulaklarını çınlattık, hapis yıllarından, dönek TKP'lilerden söz ettik...
***
Gençlik yıllarımızın o "devrimci ruhu" hâlâ yüreklerimizdeydi bizim...
Abdullah , Kızıldere'den katledilen Nihat Yılmaz 'ın ağabeyiydi...
Bir ara gözlerine baktım Abdullah'ın...
Necmettin Giritlioğlu da Aycan Giritlioğlu 'nun ağabeyiydi...
Anılar, anılar, anılar!..
İçimde yine bir hüzün...
Bir şarkı dudaklarımda:
"şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu bulutlar / şimdi yürek sarhoş kâğıt sarhoş kalem sarhoş / minareler el pençe divan durmaktan usanmış / mavi yeşil neon lambaları bir sönüp bir yanıyor / son tramvaylar fren çözüp uykuya uzanmış / ve iliklerine kadar geçmiş efkâr / İstanbul şehri ağlıyor."