SEVGİLİ okuyucularım, bazen sizlere yakın tarihimizden örnekler veriyorum. Yaşanmış çok önemli olaylar var ve özellikle genç kuşaklar onları bilmiyor. Türk devletinin başına kimlerin hangi belaları nasıl açtığından ve sonuçlarından çoğumuzun haberi yok.
1925 yılının şubat ayı. Bundan tam 80 yıl önce bu günlerde, henüz 1.5 yaşındaki genç Cumhuriyet rejimi büyük bir bela ile uğraşıyordu. Güneydoğu’da Şeyh Sait isimli bir satılık isyan etmişti. İslamcılığı öne çıkan, ama Kürtçülüğü de kapsayan bir ayaklanma idi.
Asiler Doğu ve Güneydoğu’da adım adım ilerliyor, askerlerimizi ve çok sayıda sivil görevliyi şehit ediyor, illeri ve ilçeleri tek tek ele geçiriyordu. Devletin o sırada yeterince örgütlenmesi mümkün olmamıştı.
Elazığ, Maden, Siverek, Ergani, Varto, Muş gibi il ve ilçeler asiler tarafından ele geçirildi.
Diyarbakır’ı kuşattılar ve surlardan içeri sızmayı başardılar. Ancak kenti ele geçirmeleri mümkün olmadı.
Cumhuriyet hükümetini ve yeni Türk devletini ‘káfir, dinsiz’ ilan etmişlerdi!
İsyan Ankara’yı ayağa kaldırdı. Başbakan Fethi Okyar istifa etti, yerine Mustafa Kemal Paşa’nın istemi doğrultusunda İsmet İnönü getirildi.
Bölgede sıkıyönetim ilan edildi. Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı ve hükümete isyanla ilgili olarak olağanüstü yetkiler verildi.
***
Uzun olaylar ve çatışmalar sonrasında başta Şeyh Sait olmak üzere bütün isyancılar ele geçirildi. Asileri yargılamak için Diyarbakır’a İstiklal Mahkemesi gönderildi. Yargılama Diyarbakır’da yapıldı.
Yörede fesat yuvasına dönüşen tüm tekke ve zaviyeler, İstiklal Mahkemesi kararıyla kapatıldı.
48 kişi idama mahkûm edildi. Bazıları hapis cezası aldı, bazıları beraat etti.
Mahkeme başkanı Mazhar Müfit (Kansu) Bey kararı açıklarken gürlüyordu:
‘Bağımsız Kürdistan amacına yürüdünüz. Cumhuriyet ordusu bunu mahv ve perişan etti. Herkes bilmelidir ki genç Cumhuriyet hükümeti fesat ve irticaya izin vermeyecektir. İşte Cumhuriyet’in kahhar (kahredici) fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkûmları götürünüz.’
İsyan 1925 yılının şubat ayında başlamış, asilerin yakalanıp yargılanması haziranda sonuçlanmıştı.
Diyarbakır’da idam sehpaları kuruldu. Kürtçü ve İslamcı ayaklanma sonrasında idama mahkûm edilen 48 kişi 28 Haziran gecesi idam edildi.
***
Şeyh Sait isyanı bitmişti ama Cumhuriyet rejiminin başına açılacak yeni belalar kapımızda bekliyordu. Bu olaydan tam bir yıl sonra, 1926 yılının yaz aylarında bu kez İzmir’de ******’e suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Sanıklar yine İstiklal Mahkemesi tarafından yargılandı ve suçlu bulunanlar idam edildi.
Aradan 4 yıl geçti. Yobazlar bu kez İzmir’in Menemen İlçesi’nde yedeksubay Kubilay’ı, başını bağ bıçağı ile kıtır kıtır keserek şehit ettiler. Bu olayda sanıklar Harp Divanı tarafından yargılandı ve suçlular idam edildi.
Ancak, Şeyh Sait isyanının ülkemize maliyeti çok büyük oldu.
İsyanın ardında İngiltere vardı.
O sırada Kerkük-Musul olayı gündemde idi. Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içerisinde olan ve Türklerin büyük çoğunluk oluşturduğu (İngiltere yönetimindeki) bu bölgeyi istiyordu. Konu Lozan Antlaşması görüşmelerinde 1923 yılında gündeme gelmiş, Türkiye ile İngiltere anlaşamayınca sorunun Milletler Cemiyeti (bugünkü Birleşmiş Milletler) tarafından çözülmesi öngörülmüştü.
Şeyh Sait ve ondan hemen önce Hakkári’de patlayan Nasturi isyanı, genç Cumhuriyet rejimini yıpratmış ve zayıf düşürmüştü. İngiltere rest çekti: ‘Buralar için en ufak bir girişimde bulunursanız bunu savaş nedeni sayarız.’ Gücümüz yoktu, hiçbir şey yapamadık. Milletler Cemiyeti, Kerkük ve Musul’un sınırları İngilizler tarafından bastonla çizilen ve onlar tarafından henüz kurulan kukla ve düzmece Irak devletine bırakılmasına karar verdi! Kerkük-Musul elimizden böyle uçup gitti. Şeyh Sait isyanı sayesinde İngiltere amacına ulaşmıştı!
Aradan yıllar geçti, Kuzey Irak’ta subaylarımızın başına çuval geçirildi! Bölgede artık hiçbir ağırlığımız yok. Şeyh Sait isyanı sadece başlangıçtı. Yıllar sonra bu durumlara düştük.
Ne ilginç! 90 yıl önce bugünlerde Ermeni soykırımı iddiaları, 80 yıl önce bugünlerde Şeyh Sait isyanı. Sonra PKK’sı vesairesi!
Batı dünyası kaşıyor, bastırıyor... Ve belaları hep bizim insanımız yaşıyor. Başbakan bile benim burada bağıra çağıra söylediklerime gelmek zorunda kaldı:
‘AB, Türkiye’yi bölme peşinde.’ Günaydın!
Emin ÇÖLAŞAN