LAİKLİK NİÇİN TEHLİKEDE - II - "İÇ DİNAMİK ÖĞELERİ"
Türkiye'de laiklik, Cumhuriyet'le birlikte yukardan aşağı bir süreç içinde kabul edildiğinden, tabii ki bir toplumsal tabana değil, bir siyasal kadronun devrimci ideolojisine dayalıydı.
Bu nedenle de zaman içinde, hem siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelere hem de bu gelişmelere öncülük edecek bir eğitim seferberliğine dayalı olarak yerleşmesi öngörülmüştü.
Oysa siyasal ve toplumsal bilinçlenme ile bu bilinçlenmeye öncülük etmesi beklenen eğitim, çok partili düzene geçildikten sonra laiklik konusunda ciddi bir kesintiye uğradı.
1950'de iktidara gelen Demokrat Parti, "Topluma mal olmuş ****** Devrimleri" ve "Topluma mal olmamış ****** Devrimleri" konulu bir tartışma açarak, geri adımlar atmaya başladı. Önce Türkçe Ezan Arapça'ya çevrildi. Sonra okullarda kullanılan dil yeniden eski terimlere döndürüldü.
Zaten vazgeçilmiş olan Köy Enstitüleri eğitimi yerine, İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip okulları açılmaya başlandı.
Başbakan şeyhlerin elini öperek siyasal destek aradı.
Bu arada laik ve demokratik bir rejimin güvencesi olan çağdaş sınıfsal gelişme çok yavaş ilerliyordu.
27 Mayıs 1960'da kesintiye uğrayan eğitimdeki bu geriye dönüş, Demokrat Parti'nin devamı olan Adalet Partisi'nin 1965 yılında iktidara gelmesiyle yeniden başladı.
1975'den itibaren de, kurulan Birinci ve İkinci Milliyetçi Cephe Hükümetleri zamanında, genel eğitimin, İmam-Hatip eğitimine kaydırılması topluma egemen oldu.
1980 askeri darbesi, hem din eğitimini zorunlu kılarak, hem de İmam-Hatiplilerin bütün üniversitelere girişlerini sağlayarak bu "laiklikten geri dönüş" projesine destek verdi.
Bu arada "demokrasinin sadece bir çoğunluk yönetimi olduğu", "devletin milletle kavga ettiği" gibi genel siyasal sloganlarla, laiklik temeline dayalı gerçek demokrasinin kuyusu ideolojik ve siyasal olarak kazılmaya başlandı.
Derken "Türban eylemleri" ortaya çıktı.
Artık, "laiklik karşıtı tabanın oluştuğu ve eyleme geçmesi gerektiği" düşünülüyordu.
Eğitim, demokrasiye bağlı değil, tam tersine, laiklik karşıtı insanlar yetiştirmeye başlamıştı.
Bu çerçevede gelişen siyasal akımın temsilcisi olan Refah Partisi'nin önü 28 Şubatta kesildikten sonra, ortaya AKP çıktı.
Merkez sağın yolsuzluk ve kötü yönetim dolayısıyla, orta solun da liderlik sorunlarından dolayı çökmesinden sonra AKP bu boşluktan yararlanarak iktidar oldu.
Bugünkü iktidarın kökü, demokrasiden yararlanarak, onu değiştirmeye ve laiklikten uzaklaşarak din ağırlıklı bir yönetim oluşturmaya kararlı kadrolardan oluşmaktadır.
Bu kadroların bir bölümü artık değiştiklerini ve demokrasiye inandıklarını belirtmektedir.
Fakat yapılanlar, laiklik karşıtı eğitim sürecini ve devlet yönetimini destekleyen bir görünüm sergilemektedir.
Toplumun ekonomik ve kültürel gelişme düzeyi ise, henüz demokrasiyi (ve tabii laikliği) tüm kurum ve kurallarıyla benimseyen, destekleyen bir sınıfsal yapı üretememiştir.
Dolayısıyla, eğitim hâlâ laiklik konusundaki en önemli araçtır.
İktidarın pek çok şeyi riske atan, hem ortaöğretime, hem de üniversitelere yönelik "kendi dediğini yaptırma" inadının altında laiklik karşıtı özlemlerinin yatmadığı artık pek çok kişinin inanmadığı bir iddiadır.
Manzara, bugünkü AKP iktidarının, kendisini üreten laiklik karşıtı eğitim sürecini daha da güçlendirmek ve pekiştirmek istediği biçimindedir.
Üstelik bu amaç, yine Türkiye'de tarihsel olarak demokrasinin yozlaştırılmasının en önemli ifadeleri olan "milli egemenlik", "milli irade" gibi totaliter özlemelere açık görüşlere dayandırılmaktadır.
Şimdi bir an durup düşünelim:
Avrupa Birliği sözcüleri durup dururken ne diye "Kemalizme" saldırmaktadır?
İşte bu sorunun yanıtı, iç ve dış dinamik ögelerinin hep birlikte Türkiye'deki laik ve demokratik düzene karşı oluşturdukları tehdidin bir ifadesidir.
Cephenin gücü, tehlikeyi büyütmektedir.
Emre KONGAR
www.kongar.org