|
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:45 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-I Türkiye'deki kitle iletişim araçlarının düzeysizliğini en çok eleştirenlerden biri olduğumu değerli okurlarım çok iyi bilir. Ama yine de gerek ülke sorunlarının tartışılmasında, gerekse dünyanın izlenmesinde, hem haince yönlendirici hem de düzeysiz olan bu tiksindirici niteliksizlik içinde zaman zaman çok önemli yazılar, tartışmalar ortaya çıkabiliyor. Böyle tartışmalardan birini bir ara Meral Tamer Milliyet'te, "İslam ülkeleri niçin geri" başlığıyla başlatmış ve bir hayli ilginç yanıtlar da almıştı. Son günlerde benzer bir tartışmayı, dinci eğilimli Kanal 7 televizyonunun başarılı ve sempatik "anchorman"i Ahmet Hakan başlattı. Ahmet Hakan, değişen dünya koşulları çerçevesinde siyasal İslam'ın bireylerin kimliklerini ve dünyaya bakış açısındaki konumlarını belirlemekte artık yetersiz kaldığını ve bunun dinle yani İslam'la değil, son zamanlarda ortaya çıkan olayların getirdiği sonuçlarla ilgili olduğunu söyledi. Oral Çalışlar arkadaşımız aynı konuyu Türkiye koşullarında irdeleyen çok güzel bir yazı yazdı Cumhuriyet'te. Ben de bu olayın evrensel ve uluslar arası boyutunu biraz irdelemek istiyorum. Önce evrensel açıdan başlayalım: Tek tanrılı dinler, Tarım Devrimi'nin getirdiği bir ideolojik şemsiye olarak ortaya çıkmıştı. Bu söylediğimin dinsel inanca aykırı hiç bir tarafı da yok: İnananlar için, Allah, kulları yerleşik kültüre geçip, tarımla meşgul olmaya başlayınca onlara bir arada yaşamanın kurallarını öğreten (kitap sahibi) peygamberlerini yollamaya başlamıştı. Bu dönemin en önemli özelliği, toprağın artık bir üretim aracı haline gelmiş olmasıdır. Toprak artık bir üretim aracı haline dönüştüğü için, toprağa dayalı olarak ortaya çıkan din-tarım imparatorlukları, onu elde etmek ve elde ettikleri toprağı ellerinde tutmak için savaşlar yapmaya başlamışlardır. Tabii bu savaşlar genel olarak din ve mezhep savaşları olmuştur, çünkü dönemin kimlik belirleyici ideolojisi yalnız birey düzeyinde değil devlet düzeyinde de dinler ve mezheplerdir. Tarım Devrimini izleyen Endüstri Devrimi bir yandan fabrikalardaki üretimi devreye sokarken, öte yandan dönemin şemsiye ideolojisi olarak milliyetçiliği üretmişti. Savaşlar artık topraktan çok ham madde ve pazar için yapılmaya başlanmış, ideolojik olarak da milliyetler arası çatışmalar ön plana çıkmıştı. Ama endüstri devrimi ve milliyetçilik, dinlerin ve mezheplerin arkasından gelmekle birlikte, onların kimlik belirlemekteki binlerce yıldır devam eden gücünü yok etmemiş, sadece ikinci bir kimlik olarak onların üstüne oturmuştur. O güne kadar sadece dinleri ya da mezhepleri ile birbirlerinden ayrılan insanlar ve devletler, endüstri devriminden sonra ayrıca (siyasal ve ideolojik açıdan) milliyetleri (ırkları) itibarıyla da birbirlerinden farklılaşır olmuşlardır. Dolayısıyla, toprak savaşlarına dayalı olarak güçlenmiş olan dinsel kimlik, endüstri devriminden sonra etkisini biraz yitirmiş, ideolojik ve siyasal işlevini milliyetçilikle paylaşmak durumunda kalmıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra din-tarım imparatorlukları tasfiye edilmiş, yerlerine genellikle milliyetçilik ekseninde örgütlenen ulus devletler gelmiştir. Bu durum hiç kuşkusuz Endüstriyel Devrim'de ilerlemiş olan ülkelerde dinin ideolojik ve siyasal işlevini daha azaltmış, buna karşılık Tarım Dönemi'nden çıkamayan, endüstri devrimini yaşa(ya)mayan ülkelerdeki etkisinin ise Orta Çağlardaki gibi bütün gücüyle sürmesini sağlamıştır. Şu anda Batı ile Orta Doğu ülkeleri arasındaki temel fark buradan kaynaklanmaktadır. Orta Doğu ülkeleri de endüstrileştikçe, yani milliyetçilik ve ayrıca demokrasi güçlendikçe, bu ülkelerde de dinin bir siyasal ideoloji olarak işlevi azalacaktır. Siyasal İslam'ın bütün dünyadaki gücünün azalmaya başlamasının birinci nedeni bu evrensel oluşumdur. Ama konu bu kadar basit değil. Devamı haftaya. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: Geri: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:46 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-II Endüstri Devrimi sonrasında din, Batı'da siyasal işlevini yitirmeye başladı. Endüstri Devrimi'ni hazırlayan Aydınlanma süreci, zaten insan düşüncesini, dinin doğa karşıtı egemenliğinden kurtarmıştı. Endüstri Devrimi'ni kaçıran İslam Dünyası'nda yani Osmanlı İmparatorluğu'nda ise din, hâlâ devlet ve toplum üzerindeki egemenliğini sürdürüyordu. Tabii, bu egemenlik de gittikçe güçsüzleşiyordu, çünkü dünyadaki gelişmeler Osmanlı'yı da etkiliyordu. İslam Dünyası'nın Endüstri Devrimi'ne ayak uydurma çabası, ancak Batı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu işgal etmesinden sonra, onu yenen Mustafa Kemal ****** tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti aracılığıyla, gecikmiş olarak tarih sahnesine çıkacaktı. Türkiye Cumhuriyeti dışındaki İslam Dünyası, Endüstri Devrimi'nin ve Aydınlanma'nın dışında kaldığı için, bu ülkelerde dinin devlet ve toplum üzerindeki gücü bir ölçüde sürüyordu ama bu güç de, hem bu ülkeler geliştikçe, hem de dış dünya ile etkileşimleri arttıkça genel eğilimlere koşut olarak gittikçe zayıflıyordu. Genel olarak dinin ve özel olarak İslam'ın bir siyasal ideoloji olarak gücünü yitirmesi süreci sadece Soğuk Savaş döneminde ters bir eğilim gösterdi: Çünkü dinleri ve milliyetleri reddeden, sınıf temeli üzerine kurulduğunu öne süren Sovyetler Birliği ile sürdürülen Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri, dinci ve milliyetçi ögeleri silah olarak kullandı. Hem Hıristiyan hem de Müslüman siyaset, "Allahsız Komünistler"e karşı savaşta, ABD'nin doğal müttefikleri olarak görülüyordu. Bu savaşta din olarak, Hıristiyanlık ve Ortodoksluk, milliyetçilik olarak da Slav milliyetçiliği ve öteki Balkan milliyetçilikleri ön planda idi. Tabii Müslümanlık ile Türk ve Arap milliyetçilikleri de bu savaşın kaçınılmaz araçları oldular. Sovyetler Birliği'nin Güney sınırı, adına Yeşil Kuşak denilen, Anadolu'dan başlayan ve Güney Doğu Asya'ya kadar uzanan bir "Müslüman Devletler" ittifakıyla sınırlandı. Sovyetler'in yayılmacılığına karşı dinci ve milliyetçi gruplar desteklendi. Örneğin, Afganistan'ı işgali sırasında, Usame Bin Ladin, bir "İslam Mücahidi" olarak desteklendi, silahlandırıldı ve sonunda Sovyetler, Afganistan'da mağlup edildi. İşte Soğuk Savaş dönemi, bu dönemde Amerika, dinci ve milliyetçi ideolojileri Sovyetler'e karşı kullandığı için, dinlerin siyasal işlevlerinin giderek güçsüzleşmesi genel eğilimine ters olarak bütün dünyada anakronik (tarih içinde yerini şaşırmış, tarihe ters) bir yeniden canlanmaya tanık oldu. Ama dinlerin ve tabii Müslümanlığın bu yeniden canlanması, sırf Sovyetler'le savaşta Amerika'nın desteğinden kaynaklanan yapay bir olaydı. Çünkü artık, laiklik, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar, sadece genel eğilimler olarak değil, Soğuk Savaş mantığı içinde de, evrensel kabul gören ilkeler halini alıyor ve tabii, Tarım Devrimi'nden sonra meşruiyet kaynağı olan ve tüm kamu alanlarını düzenleyen dinin gücünü sarsıyordu. Nitekim Sovyetler yıkılınca, Amerika'nın, Soğuk Savaş stratejisinden kaynaklanan ve tarihe ters düşen bu desteği ortadan kalktı; tarih yeniden hükmünü icra etmeye başladı: İslam da, siyasal gücünü yitirmeye devam etti. Amerika'nın desteklediği radikal siyasal (ve askeri) İslam, işlevini yitirince bu kez döndü, Arap-İsrail anlaşmazlığını bahane ederek ABD'yi vurdu. Şimdi Amerika, uluslar arası terörizm tehdidi adını verdiği ve kendi yarattığı bir canavarı denetlemeye uğraşıyor. Soğuk Savaş döneminde yeniden işlev kazanan siyasal İslamcılar ise, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra siyasal açıdan desteksiz ve işlevsiz kaldıkları için şaşırmış durumdalar. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: Geri: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:49 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-III Tarım Devrimiyle birlikte din ve gelenek siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı olmuştu. Bütün din-tarım imparatorluklarının yöneticileri ya kendileri ya da ataları o toprakları fethetmiş veya saray darbesi ile iktidara el koymuş olarak Allah adına hüküm sürerlerdi. İslam imparatorluklarındaki Halifelik, Hıristiyan imparatorluklarında ise yöneticinin kilisenin de başı olması geleneği bu düzeni sürdüren esas ögeydi. Endüstri Devrimi, siyasal iktidarın meşruiyet kaynağını, dinden ve gelenekten alıp, halka-millete verdi, "milli egemenlik" kavramını oluşturdu. Bu oluşumun ardındaki temel güç, Tarım Devrimi'nden Endüstri Devrimi'ne geçişte, geleneksel sınıflar olan toprak ağaları-din adamları sınıfı ile köle köylü sınıfının yanında önce sermaye sınıfının, sonra da bu sınıfın yarattığı kendi karşıtı olan işçi sınıfının "modern" sınıflar olarak ortaya çıkmasıydı. Önce sermaye sınıfı, toprak ağaları ve din adamları sınıfının yanında iktidara ortak oldu. Sonradan işçi sınıfının güçlenmesiyle, geleneksel sınıfların yönetim gücünü tasfiye etti ve yine işçi sınıfının zorlamasıyla, Endüstri Devrimi ile ortaya çıkan "milliyetçilik" ideolojisi çerçevesinde, "halk egemenliği" ya da "milli egemenlik" kavramının gelişmesiyle, iktidarın meşruiyet kaynağını değiştirdi. Bu durum kaçınılmaz olarak dinin siyasal işlevini de hem sınırlardı hem de kısıtladı. Batı Avrupa'da bu gelişmeler olurken, Endüstri Devrimi'ni kaçıran Osmanlı hâlâ dinsel-geleneksel yapısını sürdürüyordu. Dolayısıyla din, Batı'daki oluşumların aksine, Osmanlı İmparatorluğu'nda hem meşruiyet kaynağı olma, hem de kamuyu düzenleme işlevini çok daha uzun süre sürdürdü. Gerek Birinci ve İkinci Meşrutiyet'ler gerekse Hıristiyan tebaa için verilen adli kapitülasyonlar, dinin hem meşruiyet kaynağı olma özelliğini hem de kamuyu düzenleme gücünü sınırlayıcı ve kısıtlayıcı etkiler yaptı ama iktidarın kaynağındaki temel felsefeyi ve dinin siyasal gücünü çok fazla etkilemedi. Mustafa Kemal ******'ün Kurtuluş Savaşı boyunca yaşadığı bütün güçlüklere karşın, Meclis'i açık tutması, aslında Halife-Sultan'ın, meşruiyetini dinden ve gelenekten alan siyasal gücüne karşı, meşruiyetini halktan (milletten) alan bir egemenlik anlayışına dayalı rakip bir siyasal güç oluşturmak niyetinden kaynaklanıyordu. Halife-Sultan'ın bir İngiliz gemisi ile kaçması, Mustafa Kemal'in ekmeğine yağ sürdü; rakip siyasal güç başsız kalmıştı. 23 Nisan 1920'de Meclis'in açılması esas olarak iktidarın meşruiyet kaynağını, dinden ve gelenekten halka (millete) aktarma yolunda atılmış çok önemli bir adımdı. Ama asıl büyük devrim, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması ve 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanı ile yaşandı: Artık siyasal meşruiyetin kaynağı din ve gelenek değil, bütünüyle "millet" olmuştu. Bütün bu köktenci değişme, bir endüstrileşme ve bir aydınlanma süreci sonunda değil de bir kurtuluş savaşının kazanılmasıyla elde edilen siyasal güce dayalı olarak, adeta bir anda gerçekleştirildiği için, dinin, başta kamu alanındaki egemenliği olmak üzere bütün toplumsal etkisi, olanca gücü ile sürüyordu. İktidarın kaynağının dinden ve gelenekten, millete aktarılmasına koşut olarak yapılması gereken toplumsal ve yasal düzenlemeler, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, medeni kanunun kabulü, eğitimin laik bir yapı altında birleştirilmesi, kıyafet kanunu gibi devrimlerle gerçekleştirildi. Böylece sadece meşruiyet kaynağı olarak değil, kamu alanlarını ve toplumsal yaşamın öteki alanlarını düzenleyen öge olarak da dinin etkisiyle birlikte geleneksel Osmanlı-Arap-Fars kültürünün ve özellikle Arap kültür emperyalizminin egemenliğine son verilmek istendi. Tabii bütün bu değişmeler dinin siyasal işlevini sınırladı. İşte bugün hâlâ bir simge olarak "türban" ile sürdürülmek istenen savaş, temelde siyasal iktidarın meşruiyet kaynağına ilişkin tortu iddialarla birlikte, dinin kamusal alanlarda egemenliğine ilişkin geriye dönüş özlemlerini yansıttığı için toplumu bir bunalıma sürüklüyor. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: Geri: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:49 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-IV Soğukkanlı bir biçimde kendimize sormamız gereken soru, niçin Hıristiyanlığın çoktan aşmış bulunduğu "dinin kamu alanındaki egemenliği" sorununu Müslümanlığın hâlâ aşamamış olduğudur. Bu sorunun yanıtı, din felsefesi alanında değil, siyasal gelişme alanında aranmalıdır: Endüstri Devrimi sonrası gelişen demokrasi, kamu alanlarını inançların egemenliğinden kurtarmış, insanların, din, mezhep, ırk, milliyet ve dil farkı olmaksızın eşit kabul edildiği bir alan haline getirmiştir. İnsanların din, dil, milliyet farklarına karşın, eşit kabul edilmeleri anlayışı kolayı erişilmiş bir aşama değildir. Bu uğurda kanlı savaşlar yapılmış, insanlar kendi özel inançlarının genel kamu yaşamına egemen olması anlayışından kolay vazgeçmemişlerdir. Batı uygarlığının tarihi, büyük ölçüde bu tür savaşların tarihi olarak da algılanabilir. Sadece din, dil ve milliyet farklarının değil, temelinde kölelik anlayışının yattığı sınıfsal sömürünün hukuksal temellerinin ortadan kaldırılması bile çok kanlı olmuştur. Örneğin bugün bütün dünyaya demokrasi götürme iddiasını taşıyan Amerika Birleşik Devletleri, köleliği kaldırmak için Ondokuzuncu Yüzyıl'ın ortalarında, yani neredeyse ancak bir yüzyıl önce, bir iç savaş geçirmiştir. İnsanlık dinsel ve mezhepsel inançların belirlediği siyasal ve kamusal yaşam anlayışından ancak Endüstri Devrimi ve bu Devrime öncülük eden Aydınlanma süreci sonunda gelişen demokrasi ile kurtulmuştur. Bilindiği gibi bu Devrim Batı Avrupa'da yaşanmış ve bu nedenle de demokrasi Batı'da gelişmiş, bu Devrimin dışında kalan Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan sonra ortaya çıkan Müslüman Devletler ise dinin siyasal ve kamusal egemenliği altında yaşamaya devam etmişlerdir. Müslüman Devletler arasında bir tek Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik bir siyasal yapı kurmuş, bu nedenle de İslam dünyasının en gelişmiş ülkesi konumuna gelmiştir. Ama Türkiye Cumhuriyeti de bir toplumsal oluşum süreci sonunda değil, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan liderin, Mustafa Kemal ******'ün bir modernleşme projesi çerçevesinde kurulmuştur. Zaman içinde, İslam Dünyası'nın da, Hıristiyanlığın geçirdiği Aydınlanma Devriminden etkilenmesi kaçınılmazdı. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti bu etkilenmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihin bu doğal ve normal süreci bütün dünyayı etkilerken, yani bütün dinler siyasal işlevlerini yavaş yavaş kaybederlerken, bir yeni oluşum, bu süreci bir süre için de olsa tersine çevirmiştir: 1945 yılında başlayan ve 1991 yılında biten Soğuk Savaş süresince, Amerika Birleşik Devletlerinin, Sovyetler Birliği'ne karşı dinci ve milliyetçi ideolojileri bir silah olarak kullanması, en azından Soğuk Savaş döneminde Batı Dünyası diye tanımlanan ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı dünyada, dinin ve milliyetçiliğin siyasal işlevlerini, tarihin akışına ters de olsa, güçlendirmiştir. Sovyetler Birliği dinci ve milliyetçi siyaset anlayışlarını reddeden, sınıf esasına dayanan bir devlet niteliği taşıdığından, Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş boyunca, silahlanma yarışına ve ekonomik rekabete ek olarak bir yandan "klasik demokrasiyi" öte yandan "dinci ve milliyetçi ideolojileri" Sovyetler Birliğini hem sıkıştırmak ve sınırlamak için hem de içinde, istikrarsızlaştırmak için kullanmıştır. Müslümanlık, Sovyetler'in ideolojisini ve genel olarak "solculuğu" reddetmekte kullanılan araçlardan biri olmuştur. Kuzey Afrika'nın, Orta Doğu'nun Orta Asya'nın ve Güney Doğu Asya'nın Müslüman ülkelerindeki Sovyet etkisi, "Siyasal İslam" aracılığıyla dengelenmeye çalışılmıştır. Bu durum kaçınılmaz olarak siyasal İslam'ın zaman zaman zor da kullanan askeri bir içerik kazanmasını zorunlu kılmıştır. İşte siyasal İslam'ın, tarihin akışına ters olarak, 1945-1991 yılları arasında gerileme yerine ilerleme kaydetmesi ve üstelik de askeri bir nitelik kazanması Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğündeki bir Soğuk Savaş politikasının sonucudur. Soğuk Savaş bitince, tarihe ters düşen bu politika ve onun etkileri de son bulmuştur. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: Geri: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:49 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-V Türkiye'de tarih yanlış okutuluyor. Sadece Türkiye tarihi değil, Dünya tarihi de yanlış okutuluyor. Gerek Dünya tarihi gerekse Türkiye tarihi, insanlığın ve genel eğilimlerin ışığında değil, liderle, devletlere ve savaşlara göre öğretiliyor. Örneğin, "devrim" deyince akla Tarım Devrimi ve Endüstri Devrimi değil, Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi ve Türk Devrimi geliyor. Tabii Fransız, Sovyet ve Türk devrimleri de önemli ama, ancak bu devrimlerin Tarım Devrimi ve Endüstri Devrimi ile olan ilişkileri belirlenmek kaydıyla bu önem anlaşılabilir. Dinler tarihi de yanlış öğretiliyor. Totemizm, Şamanizm, çok tanrılı dinler, ve tek tanrılı dinler tabii önemli, ama dinlerin tarih içinde oynadığı siyasal ve toplumsal roller, ancak bu rollerin Tarım ve Endüstri Devrimleriyle ilişkileri kurulmak ve siyasetle ilişkileri belirlenmek kaydıyla, anlaşılabilir hale gelir. Örneğin her tek tanrılı din çıktığı, veya inanca uygun deyişle, indiği anda devrimcidir. Ama daha sonra, Endüstri Devriminin tohumlarının filizlendiği dönemde, yani Dünya değişmeye başlayınca bütün tek tanrılı dinler tutuculaşırlar. Örneğin, Müslümanlar, Amerika'nın ve yeni ticaret yollarının keşfinden sonra, Dünya'nın değişmeye başladığı dönemde, 1580'de Takiyeddin'in rasathanesini topa tutarak yerle bir etmişler Hıristiyanlar da 1613'de Galile'yi yargılamış ve mahkum etmişlerdir. Bu tutuculuk tek tanrılı dinlerin devrimci özelliğini ve güzelliğini zedeleyen iktidar sahibi din adamlarının, ellerinde tuttukları gücü korumak uğruna değişmeye karşı çıkmalarından kaynaklanmıştır. Ayrıca bütün mezheplerin ortaya çıkışları, Allah'ın ve peygamberlerin sözlerinin yorumundan çok, doğrudan doğruya siyasal iktidar kavgasına dayanır. Hıristiyanlığın iki ana mezhebi olan Katoliklik ve Ortodoksluk, Hıristiyanlığın ele geçirdiği Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi ile biçimlenmiştir. Protestanlığın ardında, Papa ile iktidar kavgasına giren Alman prenslerinin ve karısını boşamak isteyen İngiltere Kralı'nın siyasal gücü vardır. Bizim dinimizin üç ana mezhebi, Sünnilik, Şiilik ve Haricilik, Dört Halife Dönemi'nin son halifesi olan Hz. Ali'nin iktidarının, Muaviye tarafından kabul edilmemesi sonunda, Haricilerin de işe karışmasıyla ortaya çıkan siyasal gelişmeler sonunda oluşmuştur. Tarım Devrimi'nden sonra, Endüstri Devrimi'nden önce, siyaseti de toplumsal yaşamı da bireysel kimliği de bütünüyle tek tanrılı dinler ve onların mezhepleri belirlemiştir. Tabii bu dönemde tarih de, dinler ve mezhepler arası savaşlar görüntüsüyle oluşmuştur. "Görüntüsüyle" diyorum, çünkü Tanrı adına yapılan din ve mezhep savaşlarının ardında yatan asıl neden, bir üretim aracı haline dönüşmüş olan toprağı zaptetmek ve korumak, yani iktidarı güçlendirmek ve sürdürmek kavgasıdır. Endüstri devrimi, toprak savaşlarını, ham madde ve pazar savaşları haline dönüştürmüş; din ve mezhep görüntüsüne de ek olarak (savaş gerekçesi olarak) milliyetçiliği ilave etmiştir. Orta Çağ, Yeni Çağ ve Yakın Çağ tarihi bu temel ilkeler çerçevesinde irdelenmelidir. Yoksa ne dünü, ne de bugünü anlayabiliriz. Yakın tarihe gelince, oradaki yanlışlık, gerek Dünya gerekse Türkiye tarihinin ele alınmasında "Soğuk Savaş" olgusunun ihmal edilmesinde, bu nedenle hem Dünya'da hem de Türkiye'de olup bitenlerin bir türlü gerçek nedenleriyle yorumlanamamasında yatar. Oysa 1945-1991 Dünyası'nda ve 1945-(28 Şubat)1997 Türkiyesi'nde bütün olup bitenler ancak ve ancak "Soğuk Savaş" mantığı çerçevesinde anlamlandırılabilir. İslam'ın Dünya'da ve Türkiye'de bir siyasal ideoloji olarak izlediği seyir de ancak ve ancak "Soğuk Savaş" çerçevesinde gerçekçi bir biçimde irdelenebilir ve değerlendirilebilir. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | Türkiyem
Mesaj Sayısı : 245 Kayıt tarihi : 01/06/08
| Konu: Geri: İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? Perş. Tem. 03, 2008 1:50 am | |
| İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU-VI Suudi Arabistan'daki rejimden, Afganistan'daki "İslam Mücahidi" Usame Bin Ladin'e kadar "siyasal ve askeri İslam" örnekleri, Amerikalıların "Soğuk Savaş" sırasında Sovyetler'e karşı mücadelede dinin siyasallaşmasına verdikleri desteğin ürünleridir. Dünya, "Soğuk Savaş"tan dolayı, anakronik (tarih içinde yerini şaşırmış olan) bir süreci yaşadı: Siyasal ve ideolojik olarak gerilemesi gereken dinler 1945-1991 arasında güçlendi. Aynı dönemde Türkiye'de de bir iktidar değişikliği oldu ve Demokrat Parti iktidara geldi. Aslında "Soğuk Savaş"ın belirtileri daha CHP iktidarı zamanında ortaya çıkmıştı: Bugün bile Dünya'nın en önemli eğitim atılımlarından biri olarak kabul edilen Köy Enstitüleri projesinden CHP döneminde geri dönüldü ve İlahiyat Fakültelerinin açılmasına başlandı. Marshall yardımı yine CHP iktidarı zamanında alınmaya başlandı. 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti, tanım gereği, Cumhuriyeti kuran partinin, CHP'nin muhalefeti olarak cumhuriyet devrimleri açısından "karşı devrimci" idi. Nitekim iktidara gelir gelmez, laik ve demokratik ulus devlet modeline dayalı olan Cumhuriyetin en önemli simgelerinden biri olan dile saldırı başlatıldı ve ders kitaplarındaki "Genelkurmay Başkanı" yeniden "Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi" yapıldı, ezan Türkçe'den Arapça'ya çevrildi. Tabii bu "geri dönüşün" altında yatan esas öge, "dinci" siyasal ideolojinin geniş halk kitlelerini "anti-komünizme" yönlendirecek biçimde kullanılması idi. Türkiye, bir din-tarım imparatorluğu olan Osmanlı'nın talan edilmiş mirası üzerine, bir Kurtuluş Savaşı kazanarak laik ve demokratik bir ulus devlet kurmuş olmasına karşın, 1947-1997 yılları arasında, yarım yüzyıl, dinci ve milliyetçi ideolojilerin egemenliğinden kurtulamadı. Çünkü Sovyet korkusundan dolayı içinde zorunlu olarak yer aldığı "Batı Dünyası" onu buna mecbur ediyordu. Oysa bu durum, Cumhuriyet'in kuruluş ideolojisine, felsefesine aykırıydı. Nitekim bu çelişki, Menderes'in demokrasiyi "çoğunluk diktatörlüğü" biçiminde yozlaştırmasına ve "Tahkikat Komisyonu" ile yaptığı rejim darbesine karşı, ordunun 27 Mayıs 1960 müdahalesine yol açtı. Ama çok özgürlükçü olan 1961 Anayasası da durumu düzeltmeye yetmedi, çünkü "Soğuk Savaş" devam ediyordu. Nitekim "Soğuk Savaş" koşulları, 1961 Anayasası'na karşı intikamını, 12 Mart 1971'de bu Anayasayı sınırlayarak, ve 12 Eylül 1980'de onu tamamiyle yok edip, yerine baskıcı 1982 Anayasası'nı koyarak acımasızca aldı. Böylece 1945-1991 arasında Dünya'yı pençesine alan "Soğuk Savaş" Türkiye'de de 1947-1997 (28 Şubat) arasında bütünüyle egemenliğini sürdürdü. Hem dış hem de iç dinamik ögelerinin birbirlerini desteklemesiyle ortaya çıkan büyük güç, bu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine karşın, İslam'ın bir siyasal ideoloji olarak da güçlenmesine yol açtı. Eğitimde ve siyasette İslam'ın ağırlığı, bu etkinin uzun dönemli olmasını sağladı. İşte şimdi "Soğuk Savaş" sonrası Dünya ile birlikte Türkiye'nin de yaşadığı sancılar, gerek genel olarak insanlığın, gerekse özel olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin gelişme çizgisine ters düşen bir dönemin sona ermiş olmasına ve bütün dinlerle birlikte İslam dininin de siyasal ve ideolojik alanlarda gerileyerek, insanların vicdanlarındaki mukaddes yerini almasına karşı gösterilen tepkilerden dolayı ortaya çıkıyor. Genel olarak insanlık tarihi, özel olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihi, dinin siyasetteki ve kamu alanındaki egemenliğinin gerilemesiyle kendi doğal akışına döndükçe, bundan rahatsızlık duyanlar, "Soğuk Savaş" sayesinde "olmayacak duaya Amin demiş" olanlar, devletle, siyasetle ve toplumla olan ilişkilerinde tedirginlik yaşıyorlar ve toplumu da tedirgin ediyorlar. EMRE KONGAR www.kongar.org | |
| | | | İSLAM, BİR SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK GERİLİYOR MU? | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |