Okurlarımla bazı düşünceleri paylaşmaktan vazgeçmem zor… Düşünceler Paylaşıldıkça güçleniyor.
Türkiye – önemli sayılabilecek – bir seçimin eşiğinde. O “seçim”i kimin yapacağı konusunda ise kafalar karışık…
Yeni belediye başkanlarımızı kim seçecek?
Halk mı? Örgüt mü? Para mı?
***
En iyi seçim, halkın eğilimlerini en iyi yansıtan seçimdir.
Bunun ilk koşulu ise, halkın önüne, onun seçmek istediği adaylarla çıkmaktır. Yoksa bazı adayları seçmeye, onu zorlamak değildir.
Bazı sol partiler bunu, “Örgüt böyle istiyor” kalkanına sığınarak açıktan yapıyorlar. Bazı sağ partiler ise, para gücünü kullanarak, gizliden gizliye.
Bir kararın demokratikliği, o kararı alan organın demokratikliği ile orantılıdır. Bir organın demokratikliği ise öncelikle temsil gücüne bağlıdır.
“Örgüt”ün kararı ne zaman demokratik olur ?
Eğer o örgüt, partiye oy verenlerin küçültülmüş bilinçli bir modeli ise… Eğer “delege”ler, seçmenin eğilimlerini ve hatta toplumsal özelliklerini iyi yansıtabiliyor ise… Demokratik olur.
Eğer partinin toplumsal tabanı içindeki bir azınlık, örgüt içinde çoğunluk konumundaysa… Siz o “önseçim”in demokratik olduğunu nasıl öne sürebilirsiniz?
Bir okurum (Sayın Enis Uras) haklı olarak soruyor: “Uğur Mumcu geçmişte aday adayı olsaydı, önseçimlere katılsaydı, acaba listede yer alabilir miydi?” (Alsa da, kaçıncı sırada alırdı?)
***
Solda “delege ağaları”nın ikiyüzlülüğü var. Sağda ise, “para babaları”nın…
Ne demokratik olmayan bir örgütün “önseçim”i demokratiktir… Ne de, “para”nın tercihleri etkilemede öne çıktığı bir ön ya da son seçim demokratik olur…
Büyük sermaye zaten büyük basını ele geçirmiş. Yazılı basın da görüntülü basın da, açık ya da gizli bir denetim altında.
Bununla da yetinilmiyor.
“Her parti, TV ve gazeteleri parası kadar kullansın” deniyor. Sınırsız olarak…
Parası olan konuşsun. Parası olmayan sussun!
Ve halk, daha çok sesini duyurabileni daha haklı sanarak oyunu kullansın. Sonra da bunun adı demokrasi olsun!..
Özal “Parası olmayan da tatil yapmasın” dememiş miydi? Parası olmayana imam-hatip okulunu, olana ise Bilkent’i göstermemiş miydi?
Şimdi sıra demokraside…
“Demokrasi”yi, herkesin parası kadar oynadığı bir “kumar”a dönüştürürseniz… İşadamından haraç istemeyi kınamaya, “İSKİ skandalı” diye nara atmaya hakkınız kalır mı?
***
Batıda sermayenin tekelleşmesini, tröstleşmesini önlemek için çok ciddi yasalar var. Bizde yok.
ABD başta, birçok batılı ülkede, yazılı ve görüntülü basının aynı ellerde toplanması yasak. Bizde değil.
Batıda sendikaların, kooperatif birliklerinin, derneklerin siyasete karışması, partilerle işbirliği yapması serbest. Bizde yasak.
Batıda partilerin harcamaları denetim altında. Bizde özgür.
Fransa’da eski kültür bakanı Jacques Lang’ın milletvekilliği seçimlerde yaptığı fazla harcama nedenmiyle düşürülüyor. Bizde ana muhalefetin çağdaş(!) önderi, TV’lerdeki paralı propagandaya getirilmek istenen sınırlamaya karşı dişlerini gıcırdatıyor…
Ve DYP’nin İzmir’deki dinci adayını seçtirebilmek, RP’nin genel olarak oylarını yükseltebilmek için…
Yurtiçinden ve dışından akıtılan paraların toplamı ile ilgili olarak inanılmaz savlar var…
***
Batı, “demokrasi”yi bir dengenin üzerine oturtmuş.
Bir yandan “para gücü”nü sınırlıyor. Öte yandan “sayı gücü”nün oluşumunu kolaylaştırıyor. Kitlelerin “örgüt”lü katılımının önündeki engelleri temizliyor…
Biz ise, “demokrasi”yi dengesizliğin üzerine oturtmaya çalışıyoruz.
Parası az, sayısı çok olanları sınırlandırıyoruz. Örgütlenmelerini, siyasete ağırlıklarını koymalarını zorlaştırıyoruz. Bütün kapıları, sayısı az, ama parası çok olanlara açıyoruz…
Demokrasinin bir denge rejimi olduğunu unutup “sermaye dengesi”ni daha da bozuyoruz… “Örgüt”ün bozulması da bundan… “Para”nın bozulabilmesi de…
Ve “halk”ın devredışı kalması da!..
(Cumhuriyet, 9 Ocak 1994)
Alıntı: “Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi”, İmge Kitabevi, sy. 305
A.Taner Kışlalı